28 Mart 2013 Perşembe

KİLO VERDİM :)))

Kendi kafamdan uydurduğum diyetimle ama doğrusu benim eski yeme düzenimi tekrarlayışım sayesinde bir ayda tam 4,2 kg vermiş bulunuyorum. Evlendiğimde 48 kg çıtı pıtı bir genç kızken, sadece altı ayda içimden domestik bir ev hanımı çıktı ve tam 10 kg aldım. Hiç bir kıyafetim üzerime uymuyordu ve çaresizce çırpınıyordum. Derken neyi yanlış yaptığımı düşündüm ve eski yeme alışkanlıklarımı bıraktığımı, eşime uyum sağlamak için abur cubur yediğimi fark ettim. Oysa ki ben abur cubur sevmeyen biriyim.
Bir aydır kullandığım sivilce ilacının yan etkilerini artırmamak için yediklerime dikkat ediyorum. Sadece eski yeme alışkanlıklarıma geri döndüm. Ve sonuç karşımda. Şimdi altı kilo fazlam var. Aslında dört kilo vermem de yeterli ama ben eskisi gibi 48 kg olmak istiyorum. Şans dileyin bana...
Bu arada kilo vermek isteyenler '' mevsimlerden roma'' isimli blog gerçekten çok güzel. Takip etmenizi tavsiye ederim.

27 Mart 2013 Çarşamba

ZORETANİN İLE DÖRDÜNCÜ HAFTA

Zoretanin maceramın dördüncü haftasını da geride bırakmış bulunuyorum. Sanırım dördüncü hafta en zor hafta oldu. Kullandıkça ilaca alışacağımı düşünmüştüm fakat bu hafta yan etkiler kötü bir şekilde geri geldi.
Dördüncü haftaya başlamamla birlikte ellerimde egzama çıktı. Küçük kırmızı noktacıklar halinde, öbek öbek ve kaşıntılı. Doktora danıştım fakat doktor ilacın yan etkisi olduğu için zamanla geçeceğini ve ilaç yazmamasının benim iyiliğime olduğunu söyledi. Bol bol krem kullanmam gerekliymiş, kullanıyorum da, ellerim yağ içinde geziniyorum ama hala geçmedi. Benim egzamalarım çok fazla kaşınmıyor neyse ki. Yoksa dayanamazdım.
Egzama dışında beklenen diğer yan etki dudak kuruluğuydu. Dudaklarım bu hafta çok kurudu. Artık yanımda vazelin ile geziyorum. Dudaklarım için başka çareler düşünmem gerekiyor.
Yüzümde ise sadece dudak kenarlarımda kuruma var, bunun dışında biraz burnum soyuluyor.
Tırnaklarım eskisi gibi güzel değil. Tırnak etlerim kuruduğu için çok sertleşti. Tırnaklarım bile soyuluyor hatta:))) Geçeceğini biliyorum ve sabrediyorum.
Bunların dışında beni en çok yoran göz kuruluğu ve ağrılar. Gözlerim bu hafta tekrar kurudu. Kesinlikle özel durumlar hariç makyaj yapmıyorum çünkü arada gözlerimi ovuşturmam gerekebiliyor. Göz damlası vermişti doktor onu kullanıyorum çok acırsa. Sırt ağrılarım da duruyor ama öyle hareket kabiliyetimi etkileyen ağrılar değil bunlar. Göz kuruluğu sürekli uyku hissi yapıyor, o yüzden akşamları erken yatıyorum.
Bugün bir arkadaş bu kadar çileye değip değmeyeceğini sordu, ama kendisinin cildi bebek gibiydi. Ben de '' Senin asla cilt problemin olmamış o yüzden beni anlayamazsın'' dedim. O da biraz düşününce bana hak verdi. Değmeyeceğini düşünenler bu tedaviye başlamasın zaten. Ama bence değecek. Kainat güzeli olmama bir adım kaldı :D
Bugün fotoğraflarım yine Amal'dan sağolsun.

Bugün ki postumu yazarken...

26 Mart 2013 Salı

TİRAMİSU OF MY STYLE

En sevdiğim tatlılardan biri olan İtalyan mucizesi Tiramisuyu ben kupta yapmayı tercih ediyorum. Benim stilimde deme sebebim ise ne tam İtalyan ne de tam Türk işi olması. Fakat tadan herkesin mutlaka beğendiği bir tatlı.
Biliyorsunuz bizim millet Tiramisuyu labne peynirli krema ve kakaolu kekten oluşan bir pasta zannetmektedir, hatta çoğu Türk tatlısı falan sanmakta ve iddia etmektedir. Tiramisu İtalyan menşeili bir tatlıdır. İçinde pişmemiş yumurta, mascarpone ve savoiardi bisküvisi bulunur. Bazı yerlerde İtalyan usulü tiramisu denir, gıcık olurum. İtalyan falan değilim ama 'yiğidi öldür hakkını yeme', tatlı onların madem neden İtalyan usulü diyoruz değil mi? Tabii bizim olana da sonuna dek sahip çıkalım. Neyse bu konulara girmeyelim şimdilik... 


 Benim yaptığım Tiramisu İtalyan baba ile Türk annenin karışımı melez bir ırk. Ben her yerde mascarpone peyniri bulamadığımdan, tatlının kremasını mecburen labne peyniri ile yapıyorum. Labne peyniri karışımı sıvılaştıran bir tür peynir olduğundan da orijinal tarifteki gibi çiğ yumurta ile yapamıyorum. Bunun yerine katı bir krema yapıp, labne peyniri ile karıştırıyorum. Kakaolu kek asla kullanmam, gerçek savoiardi bisküvisi kullanıyorum. Kedi dili denilen bisküviyi kullananlar da var ama onun lezzetinin savoiardi bisküvisi ile uzaktan yakından ilgisi yok. Daha sonra da kupta sunum yapıyorum.
Tarife gelecek olursak;
Malzemeler:
3 fincan un
3 fincan şeker
4 su bardağı süt
1 yumurta
1 paket vanilya
1 paket tuzsuz labne peyniri
Filtre kahve ya da granül kahve
Likör
Savoiardi bisküvisi

Yapılışı:
Öncelikle kremayı hazırlamamız gerekiyor. Bunun için un, şeker, süt ve yumurtayı bir tencereye alıp iyice çırptıktan sonra kaynayana kadar karıştırarak pişiriyoruz. Kaynadıktan sonra karıştırmayı bırakmayıp, altını kısarak pişirmeye bir iki dakika daha devam ediyoruz. Daha sonra ılınması için kenara alıyoruz. Yalnız ılıtırken kapağını mutlaka kapatmalıyız aksi takdirde krema kabuk bağlar ve hoş bir dokusu olmaz. Ilındıktan sonra labne peynirini ilave edip, mikserle iyice çırpıyoruz. Pürüzsüz ve bembeyaz bir krema elde ediyoruz. Bu arada kremaya labneyi eklemeden önce iki bardak sıcak suda kahveyi eritiyoruz ya da benim gibi bir espresso hazırlıyoruz ve soğumaya bırakıyoruz. Krema tamamen hazır olunca, kahvenin içine likör katıp bisküvileri bu karışımla ıslatıyoruz. Likör olarak kahveli veya Hindistan cevizli bir likör tercih edebilirsiniz. Yeter ki nane gibi baskın ya da diğer meyveli likörler gibi şekerli bir tadı olmasın. Kahve ile uyumlu bir likör kullanmalısınız. Ben her kup için iki adet savoiardi bisküvisi kullandım. Önce kremadan biraz kuplara boşaltıp, üzerlerine ıslattığım bisküvileri koydum ve biraz daha krema ekledim. En üste ise Türk kahvesi serptim. Üzerine kakao da serpebilirsiniz. Altı adet kup için ancak yetiyor krema. Tüm kupları doldurduktan sonra tatlı kabuk bağlamasın diye üzerine streç film kapatıp, buzdolabına kaldırdım. Umarım açıklayıcı olmuştur.
 Afiyet olsun...


YOĞUN SALI

Kursa Ankara'dan katılanlar olarak Amal ve ben ilk geldiğimiz için can sıkıntısından abuk sabuk fotoğraflar çektik. Deve tabanı tadındaki bu bitkinin adını bilmiyorum ama epey malzeme çıkardı bize. Nasıl çıkmışım? Made by Amal, kendisi hem güzel fotoğraf çeker, hem de güzel renklendirir.
Bugün derse ancak 11'e kadar katılabildim. Çünkü hem derse hem de doktora ilaç yazdırmaya gitmem gerekiyordu. Saat 11'e kadar da sadece aşağıda gördüğünüz şeyi yaptım. Ama bu program çok eğlenceli gerçekten. Ben yaparken çok keyif alıyorum.

Sabah Kırıkkale'deydim ama öğleden sonra Ankara'da doktora dersime katıldım, sonra hastaneye gidip Zoretanin yazdırdım. Sonra Kızılay'a gittim. Kendime yeni cicişler aldım. Ciciş deyince aklınıza kıyafet vs. gelmesin. Benim için okunacak roman demek. Onları da yarın bir gün fotoğraflar, yazarım.
Günün en bomba ve güzel yanı ise bir süredir görüşemediğim arkadaşım Sibelcan'la buluşmaktı. Kendisi beni epeydir boşladı ama bugün arayıp buluşalım mı deyince hepsini unuttum. Birini sevince hiç önemli değil uzun süre görüşmemek, ilişki kaldığı yerden devam edebiliyor. Canımcım yine çok güzeldi, zarifti. Onunla da Leman Kültür'de yemek yedik. Şimdi de sizlerleyim okurcanlar. :))) İşte böyle yoğun koştur koştur bir Salı günüydü benim için ama güzeldi. Teşekkürler Sibelcan...:))))

25 Mart 2013 Pazartesi

COĞRAFİ BİLGİ SİSTEMLERİ KURSU VE İKİ DELİ

Ne zamandır iş ortamından bunalmıştım, geçen hafta ''Allah'ım benim de yüzüme bak ne olur bana da bir kurs çıksın'' dedim, yarım saat sonra bu işlerden sorumlu arkadaşımız, ''Coğrafi bilgi sistemleri diye bir kurs var, katılır mısınız?'' dedi. Çok şükür Allah'ım dedim ve hemen kabul ettim. İki kişi katılmak gerekiyormuş, o zaman Amal'da benimle gelsin dedim. Böylece bu hafta bu kursta olacağız.
 
 Kurs sabah çok sıkıcıydı, internette çok yavaştı. Bir türlü bloğuma yazamadım. Amal'la ben sıkılınca fotoğraf çektik abuk sabuk, işte bunlar o fotoğraflar.
Ayakkabıları çekmek moda ya, bu da Kırıkkale'nin tozunda kirlenmiş ayakkabılar. Bu arada bu ayakkabıları 1,5 ay önce Bambi'den aldım. Kendileri çok güzel görünüyor ama eğer yürüyecekseniz pek rahat değil.

Amalcığımın siyah ojeleri ve iphone'u. Kendisi instagrama üyedir. Her fotoğrafı çok güzel ve hepsini kendi çekiyor. Beni instagramda takip etmek isterseniz,
Kullanıcı adım: nugilihayat.
Amal'ın kullanıcı adı: emelq :))))


Burada da zoretanin yüzünden kırılan bakımsız tırnaklı elim ve Amal'ın güzel elleri.

 
 Burada da elimden düşürmediğim dudak koruyucum. Nivea'nın bu ürünü gerçekten çok güzel ama benim dudaklarım o kadar kurudu ki artık yanımda vazelin taşıyacağım.
 Derste sıkılma sebebimiz ArcGıs programının yüklenmesinin çok uzun sürmesiydi. Program yüklendikten sonra ders çok eğlenceliydi. Hep beraber Isparta'nın Eğirdir ilçesinin haritasını çizdik. Bakınız bu haritaları ben yaptım.

Bakalım daha neler yapacağız? Bu hafta yazılarım biraz gecikecek ne yazık ki!!! Gerçi yazılarımı özleyen var mıdır? Bilmem...

24 Mart 2013 Pazar

ESKİ BİR TAPINAK YAZISI

Sanırım henüz ortaokuldaydım, ergenliğe girilen ve sürekli sinirli olarak dolaşılan bir zamanı yaşıyordum. Çok sinirli bir çocuktum. Şimdi bile nedenini anlayamıyorum, evde her şey yolundaydı, okulda ise sınıf birincisiydim. Ama şu bir gerçek ki okuldan eve döndüğüm an annemin günümün nasıl geçtiği ile ilgili yönelttiği sorulara cevap vermek istemiyor, her şeyden sıkılıyor ve yalnız kalmak istiyordum. Ne yazık ki yalnız kalmak istediğimi bağıra çağıra talep ediyordum.
 Yarım saat önce uyandım. Rüyamda eve misafir gelecekti. Eşim, annem, babam, kardeşlerim, kayınvalidem, kayınpederim ve bazı akrabalar aynı evdeyiz ve hazırlık yapıyoruz. Ben lüzumsuz bir telaş içindeyim, etraftaki herkese bağırıp, çağırıyorum. " Hadi ama hazırlıklar yetişmedi mi?, Zaten sen hep böyle uyuşuksun, Tembel teneke çabuk buraya gel, Şu battaniyeyi kaldırın ortadan, Ahhhhhh bıktım sizden, Misafirler gelmek üzere.'' Genel olarak söylediklerim bu yönde ve çoğunlukla bu lafları eşime söylüyorum. O ise gıkını çıkartmadan milföy börekleri hazırlıyor, ben ne dersem yapmaya çalışıyor. Ama ben hala beğenmiyorum. Bütün rüya böyle geçti ama misafirler gelmedi. Uyandığımda eşim işe gitmişti ve ben çok utanıyordum. Evet rüya olduğunu biliyorum fakat etkisinden kurtulamıyorum. Ve ne yazık ki ben bazen böyle bir insanım. Çevremdekilere istemeden zarar veriyorum. Şu telaşımdan, sinirimden ergenlikten beri kurtulamadım. Her şey mükemmel olacak illa ki. "Yahu şart mı Nugi, bazen de eğri dursun'' diyorum yok olmuyor.
Bir de ben ortamın elektriğinden çok etkileniyorum. Hissediyorum ve gergin bir ortamsa ben de gergin oluyorum. Bunu bilinçli olarak yapmıyorum, kendi kendine oluyor. Genellikle ben de gerilmiş ya da üzülmüşsem ya da bazen seviniyorum ''Daha sonrasında ya ben bu modda değildim neden böyle oldu şimdi'' diye düşünüyorum. Kendimi dinleyen ve anlamaya çalışan bir insan olduğum için zamanla çözdüm bu olayı. Anladım ki ben ortamdaki tüm iyi veya kötü elektriği çeken insanım. Literatürde geçer mi bilmem ama ben böyle olduğuma eminim. En az etkilenmek için mutlaka bir yol bulmalıyım.
Yazının başında bahsettiğim gibi ortaokul zamanlarımda aileme bağırıp, çağırırken babacığım elinde rulo yapılıp, kurdele işe bağlanmış bir kağıtla çıkageldi. "Değerli kızım al bu kağıtta yazılanları sana hediye ediyorum, iyice konsantre olarak oku ve düşün. Sonrada aklına yatarsa uygula'' dedi. Ben kağıdı açtım, okudum ve babamın bana anlatmak istediklerini görünce kendimden utandım. Kendimi sorguladım ve belki milyon kez okumuşumdur o yazıyı. Şimdi ezbere biliyorum. Hala o olgun insan değilim ne yazık ki!!! Ama olmak için uğraşıyorum. Aklımdan yazıyı okuyorum. Sükûnette kalmaya çalışıyorum. Belki bir çoğunuzun bildiği yazıyı paylaşmak istiyorum. Ne de olsa bilmek, anlamak değildir. Belki buradan okuyup bir anlam çıkarırsınız.
Huzurlu pazarlar...
 
 
"Gürültü patırtının ortasında sükûnetle dolaş, sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma.
Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış.
Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun. Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma. İçten ol, telâşsız, kısa ve açık seçik konuş.
Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü, dünyada herkesin bir öyküsü vardır.
Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. İşin ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağın odur. Seveceğin bir işi seçersen yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın. İşini öyle seveceksin ki başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken verdiklerinle de yepyeni hayaller başlamış olacaksın.
Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol.
Sevmediğin zaman sever gibi yapma.
Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme.
İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz.
Ve unutma ki, insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneciğinden daha fazla değildir.
Aşka burun kıvırma sakın; o çöl ortasında yemyeşil bahçedir. O bahçeye lâyık bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.
Kaybetmeyi ahlâksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile bir zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.
Yılların geçmesine öfkelenme; gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme.
Rüzgârın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgâra göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getirmediğinle ilgilenir.
Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkânsızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.
Hatırlar mısın doğduğun zamanları; sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu. Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse.
Sabırlı, sevecen, erdemli ol. Eninde sonunda bütün servetin sensin.
Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik mekânıdır."   Xsentus (İ.Ö 9. yy.)

23 Mart 2013 Cumartesi

JACK THE GIANT KILLER

 Bugün eşimin öğrencileri ile birlikte bu filme gittik. Sabah televizyonda fragmanını izleyince mutlaka gitmeliyim dedim. Biliyorsunuz, çocuk masallarını tekrar filme alıyorlar. Ben pamuk prensesin iki ayrı versiyonunu izledim. Şimdi 'Oz Büyücüsü' ve 'Jack ve fasulye sırığı' tekrar filme alınmış. Böyle ara ara sinema dünyası bu masalları filme alıyor. Ya film için yeni konu bulamıyorlar, ya da görsel efekt teknolojisi geliştikçe masalları daha iyi çekebileceklerini düşünüyorlar. 
 Masalları yeni neslin unutmasını istemiyorlar diyeceğim ama pek sanmıyorum, çünkü benim çocukken dinlediğim masallardan oldukça farklılar. Son pamuk prenses filminde pamuk prensesten tiksinmiştim. Benim dinlediğim masalda pamuk prenses çok güzel bir kızdı, halbuki onu oynayan kız bence çok çirkin. Tabii ki konuda oldukça farklıydı. 
 Bu filme gelecek olursak eğer; filmi beğendiğimi söylemeliyim. Gidilebilir. Görsel efektleri, konuyu ele alış biçimleri vs. çok iyiydi. Özellikle devlere bayıldık. Sadece biz bilmeden üç boyutlu seansa gittik. Bence filmi üç boyutlu izlemeye gerek yok. Birde ben üç boyutlu film sevmiyorum, gözlerim çok yoruluyor. Bu film bence en güzel Türkçe dublajlı ve üç boyut olmadan izlenir. Normalde Türkçe dublajdan fazla hoşlanmam ama bu filmde önemli olan görsel efektler olduğundan bence alt yazı bir işkence oluyor.
 Filmdeki prenses de çok güzeldi. Kıza bayıldım. Maşallah yani. Esas oğlan Jack pek yakışıklı değil, klasik İngiliz boy. Yani sonuç olarak bu filmi tavsiye ederim. Oz büyücüsüne de gitmek istiyorum. Gittikten sonra izlenimlerimi aktarırım. İyi akşamlar...
 
(Fotoğraflar Google görsellerden)

22 Mart 2013 Cuma

SANAL BEBEK VE POU

Doksanlı yılların bağımlılık yapan çılgın oyuncağı 'Sanal Bebek'i bir çoğunuz bilirsiniz. Özellikle benim akranlarımın müptelası olduğu bir oyundu. Sanırım ben o zamanlar ortaokuldaydım. Okuldaki herkesin sanal bebeği vardı. Tüm medya bu sanal bebeklerden bahsediyordu. Japonya'da sanal bebekleri rahat uyusun diye yatak, yorgan dikenler mi ararsınız, yoksa okula yanında götüremediği için bebeği açlıktan ölmesin diye bakıcıya bırakanları mı? Öyle bir furyaydı ki bu insanlar neler neler yaptı bu bebek için...
Ben sanal bebeğimi Ankara'daki Maltepe Pazarından almıştım. İlk bebeğim bir dinazor yumurtasıydı. Sonra büyüdü,ergen dinozor  oldu ki, ergenlik sorunlarına dayanamadı ve kendini de makineyi de öldürdü. Tabii ağlanma sızlanma derken yenisi aldık. Bu arada biz üç kardeşiz, en küçüğümüz daha oynayabilecek yaşta değildi, bu yüzden artist kardeşimle benim vardı. Bazen bir yere giderken o bana bırakıyordu, ben de ona. Yani sanal bebek teyzeliği de yaptık. Bu oyuncağı bu kadar ünlü yapan neydi? O zamanlar bu tarz şeyler fazla yoktu, belki ondan belki de insanların bir şeylere bağlanma ihtiyacıydı. Teknoloji o kadar gelişmemişken bile ne kadar yalnızmışız anlayın işte!!!
Sonra geldiği gibi gitti sanal bebek macerası. Hevesimizi aldık, tükettik. Geçenlerde tekrar çıktığı söyleniyordu ama pek rağbet görmedi. Ne de olsa onun tadını alan benim dönemin çocuklarıydı. Bizde büyüdüğümüze göre kim kullanacak ki yeni çıkanını? Zaten yeni nesil çocuklar suratına bakmaz bu oyuncağın. Derken...
Geçen gün bu şirin yaratıkla tanıştım. Akıllı telefon kullanmayı 'Ne gerek var canım, hepsi de telefon, bir alo desem yeter' gibi babaanne mantığıyla reddeden ben ne yazıkki akıllı telefonlardaki uygulamalardan da habersizdim. İki hafta önce eşimin zoruyla yeni telefon aldım. Hala da haberim yoktu, oyun falan oynamıyordum. İşte böyleyken geçen sabah uyandık, eşim 'geç kalıyorum' deyip hışımla yataktan kalktı ve telefonuna koştu.'Hayrola aşkım sen geç kalmıyor muydun niye telefonunla uğraşıyorsun?' derken bu yaratığı gördüm. Meğer bizim ki bu sevimli yaratığı besliyormuş. Kendisinin adı 'POU', bir uzaylı. Aynı sanal bebek mantığı ama bu çağa uyum sağlamış ve uzaylı olmuş. Ben bunu görünce dayanamadım tabii. Hemen bende yükledim uygulamayı.
Şimdi Poucuğumla mutlu mesut yaşıyoruz. Henüz yedinci leveldeyim. Hayırlısı ile level atlarsam :)) kendisine panda kıyafeti alacağım, hedefim bu yönde. Efendim oyundan biraz bahsedecek olursam; Mantığı dediğim gibi sanal bebekle aynı, acıkınca besliyorsunuz, sıkılınca oyun oynatıyorsunuz, kirlenince temizleyip, enerjisi azalınca lambasını kapatıp uyutuyorsunuz. Yemek, giysi, ilaç vs gibi ihtiyaçlarını yukarıdaki fotoğrafta da göreceğiniz 'Shop'dan alıyorsunuz. Alabilmek için para lazım. Bu parayı da oyun odasındaki 'Game' bölümünden oyun oynayarak kazanıyorsunuz. Eğer fazla şişmanlarsa 'Fat burner' alarak ya da top oynatarak zayıflatabilirsiniz. Epeyde şişmanlıyor kereta. Şimdilik mutluyuz biz.
Siz de denemek ister misiniz?


(Fotoğraflar bana ait değil, Google görsellerden alınmadır.)

21 Mart 2013 Perşembe

KARAKIZ KEKİ

Ben dişim yüzümden yalnızca çorba ve muzla beslenebilirim fakat siz bu güzel tattan mahrum kalmayın. Yapın, yiyin, yedirin efendim... 
Şimdi gelsin malzemeler;
  1. 4 adet oda sıcaklığında yumurta,
  2. 2 su bardağı şeker,
  3. 1 su bardağı sıvıyağ,
  4. 2 su bardağı süt,
  5. 2 paket kakao,
  6. 1 paket vanilya,
  7. 1 paket kabartma tozu,
  8. Bir tutam tuz,
  9. Alabildiği kadar un.
Tarif çok basit fakat bazı püf noktalarına dikkat etmek kekinizi daha güzel bir hale getirecektir.
Yapılışı: 
Öncelikle yumurta, şeker ve tuzu mikser yardımıyla iyice beyazlaşana kadar çırpıyoruz. İyi çırpmak önemli. Çünkü yumurta ve şekeri iyi çırptığınız takdirde şeker iyice eriyecek, kek sünger görünümünde pişecek ve daha iyi kabaracaktır.
Daha sonra içine sıvıyağ ve sütü ekliyoruz. Üzerine kakaoyu eliyoruz ve iyice çırpıyoruz. Kakaoyu elemeden koyarsanız, mutlaka topaklanır, iyice erimez. Bu durum kekin tadını ve görüntüsünü etkileyecektir.
Yukarıdaki işlemler bittikten sonra elimizdeki karışımdan büyük bir bardağa (ben promosyon verilen bira bardaklarından kullanıyorum) koyup, bir kenarda bekletiyoruz. Bu karışımı ayırma amacımız daha sonra keki ıslatmak. Ben çok ıslak olmasını istediğimde daha çok karışım ayırıyorum, böyle olunca kek daha az oluyor ama iyice ıslanıyor.
Karışımdan bir bardak ayırdıktan sonra geriye kalan karışıma vanilya, un ve kabartma tozunu eliyoruz. Artık bir kaşık ya da spatula yardımı ile iyice karıştırıyoruz. Kıvamı çok koyu olmamalı, genelde yukarıdan dökerken katmer katmer dökülmesi kıvamının olduğu anlamına gelir.
Yağladığımız fırın tepsisine karışımı döküyoruz ve 200 derece fırında 10 dk kabarttıktan sonra, fırını 170 dereceye düşürüp 10 dk daha pişiriyoruz. Ben bu kekte kalıp kullanmıyorum bence düz bir tepside pişirip, keserken şekillendirirsek daha hoş görünüyor. Mini fırın ya da turbolu fırınınız varsa pişirme sıcaklığını kendi fırınınıza göre ayarlayın. Bazen özellikle mini fırında 200 derece yakabilir, turbo fırın ise kekinizi çok kurutabilir.
Piştikten sonra 10 dk fırında dinlendiriyoruz. Daha sonra keki istediğimiz ölçülerde kesip, ayırdığımız karışımla eşit olarak ıslatıyoruz. Eğer ıslatmakta kullanacağımız karışım çok yoğunlaşırsa karıştırarak bir miktar soğuk süt ekleyebilirsiniz.
 
Afiyet Olsun...

20 Mart 2013 Çarşamba

YENİ BLOG ŞABLONUM VE DİŞ PROBLEMİ

Öncelikle yeni blog şablonumdan bahsetmek istiyorum. Uzun zamandır yeni bir şablon arıyordum ve istediğim gibi bir şablon bulamamıştım. Bugün 'Bloghocam'ın şu yazısını okurken, şimdi kullandığım şablonu gördüm. Sağolsun tek tek açıklamış her şeyi. Ve şu anda durum bu. Hayalimdeki tek göz ama doğa içindeki ev ve gözümün önünde dolaşan bulutlar. Oğlak burcu olunca insan hep yüksekte olmak istiyor. Kendimi bir tepeden aşağı bakarken çok rahat ve özgür hissediyorum. Siz nasıl buldunuz yeni şablonumu?
Gelelim diş problemime, dün ki yazımda bahsetmiştim, akşam birdenbire dişim ağrıdı diye. Gece rüyamda da dişimle uğraştım durdum. Malum çürümüş. Günlük diş bakım rutinine her türlü şartta uyan, hatta diş fırçam yanımda yok diye asla bir yerde yatıya kalmayan benim, dişlerim her fırsatta çürüyor. Ben bunu anlayamıyorum. Size bu konudaki titizliğimi şöyle açıklayayım; Benim uykum çok ama çok ağırdır, yanımda top patlasa uyanmam. Genelde işte yorulduğumdan gece fazla ayakta kalamıyorum ve bazen kanepede uyuya kalıyorum. Böyle zamanlarda eşim beni kaldırıp yatağa götürüyor. Bir gün yine uyuya kaldığımda eşim beni uyandırıyor ( Yani o uyandırdığını sanıyor ), ben banyoya gidiyorum dişimi fırçalıyorum, diş ipi ile dişlerimi temizliyorum ve ağız bakım suyu ile ağzımı çalkalıyorum, sonrada gidip yatıyorum. Sabah kalktığımızda eşim bana gece dişlerimi fırçalarken anlattığı şeyi söylüyor ama ben hatırlamıyorum. İnanmazsınız ama hala hatırlamıyorum. Yani aslında ben uyanmamışım ama diş bakım rutinime öyle uyuyorum ki uyurken bile atlamıyorum. Ve buna rağmen dişlerim çürüyor. :((( Ben de dişim ağrıdığından daha diş hekimime son gidişimin üzerinden 6 ay geçmemesine rağmen yine Kırıkkale Ağız ve Diş Sağlığı Merkezinde Diş Hekimi Ebru Hanımın yanında buldum kendimi. Ebru Hanım çok tatlı bir bayan, normalde Ankara'da aile Diş Hekimimiz Onur Bey'e giderim ama öğleden sonra işe gidebilmek için Kırıkkale'ye gidiyorum. Ben bu zamana dek diş problemlerim için hep özel diş hekimine gittiğimden, hastanelerin durumunu bilmiyorum fakat Kırıkkale Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi gerçekten çok güzel. Çevrede dolaşan insanların garip halleri olmasa özel hastanedeyim diyeceğim. Temiz, düzenli, sistemli ama diş hekimlerinin en iyisi Ebru Hanım bence. Çok espirili, insanı rahatlatıyor ve en önemlisi yaptığı her aşamayı açıklıyor. Normalde benim doktorlarda gördüğüm hastayı küçümseyip, hiç bir şey açıklamamaları. Yahu sen 6 yıl okudun, bende 6 yıl okudum. Ben doktor değilsem bile fen bölümü mezunuyum bu konuları anlayabilecek alt yapım var. Kaldı ki anlayamasam bile beni insan yerine koy ve lütfen birazcık anlat. Bana otur tüm tıp bilgilerini anlat demiyorum ki zaten sıkılırım. İşte bu açıdan Ebru Hanım övgüyü hakediyor. Eğer benim blogumu okuyup da Kırıkkale'de çalışan ya da oturan varsa mutlaka bu merkezi ve diş hekimi olarak da Ebru R. A'yı tavsiye ediyorum. Bu arada dişim fena çürümüş, çürüğü temizledikten sonra ilaç sürüp adını söylediği ama unuttuğum bir madde ile kapattı. İki hafta sonra tekrar yanına gideceğim. Umarım o zamana kadar ağrı yapmaz dişim.
Güzel günler...

NEVRUZ VE HAFT SİN


Nevruz kelimesi Farsça kökenli olmakla birlikte anlamı 'Yeni Gün' demektir. Nevruz bayramının olduğu gün aynı zamanda bahar mevsiminin de başladığı gündür. Baharla birlikte doğa uyanmakta ve yeni bir yıl başlamaktadır. Nevruz Farslar, Türkler, Azeriler, Kırgızlar gibi bir çok millet için ortak bayramdır ve değişik şekillerde kutlanır. Bizdeki en yaygın kutlama ateşin etrafında toplanma ve ateşin üstünden atlama ile olur. Bunun dışında ben çevremde daha özenli ve coşkulu bir şekilde kutlandığını hiç görmedim ta ki İranlı arkadaşım Negar ile tanışıncaya kadar. Kendisi ile tanışma hikayemi daha sonra mutlaka anlatırım. O benim Şems'imdir. Gelelim İran'daki nevruz kutlamalarına. Bir kere İslam dinine ait bir kökeni olmamasına rağmen nevruza çok önem veriyorlar. Hatta nevruzda on dört günlük bir tatil oluyor. Daha çok aileleri ile kutluyorlar. Ama bunların içinde beni en çok etkileyen haft seen geleneği oldu. Haft seen Türkçe yedi S demek. Buna göre salonlarının bir köşesine bir masa kuruyorlar ve üzerine yedi adet s harfi ile başlayan obje koyuyorlar. Bu objelerin her birinin farklı bir manası var. İşte bu yedi S şöyle;
Sib= elma= toprak
Sir= sarımsak= sağlık
Sekke= sikke= bol kazanç
Senced= iğde= sevgi
Sabze= yeşillik= bitkiler, bol ürün alma.
Somag= sumak= güneşin doğuşu
Samanu= semenu= bereket demek. Bu arada samanu onlara özgü bir helva, tam olarak açıklayamadı arkadaşım.
Bunların dışında başka objelerde koyuyorlar. Bunlar ve anlamları da şöyle;
Ayna= ışık, gökyüzü
Mum= ateş
Balık= hayvanlar,su
Kuran-ı kerim ve hafızın divanı dedikleri bir kitap.

Yukarıdaki fotoğraf arkadaşım Negar'a ait. Kendisi bloğumda paylaşmam ve hatırlamam için göndermiş bu fotoğrafı. Bizim kültürümüzde yok biliyorum ama sanırım seneye ben de hazırlayacağım bu sofradan. Arkadaşım Türkiye'den gitse bile arkasında ona ait bir şey bırakacak. Nevruzdan önceki günde balık yiyeceğim onun gibi.
Bugün bizim takvimimize göre nevruz değil ama hepimizin nevruz bayramı kutlu olsun. Baharla yani yeni yılla birlikte tüm dilekleriniz gerçek olur umarım.

19 Mart 2013 Salı

ZORETANİN İLE ÜÇÜNCÜ HAFTA

Zoretanin maceramda üçüncü haftayı bugün itibari ile bitiriyorum. Aslında bu yazıyı çarşamba günleri yazıyordum ama yarın daha önemli bir yazı var. Bu yüzden bugün üçüncü hafta başımdan neler geçmiş onları paylaşayım istedim.
Üçüncü hafta benim için en rahat geçen hafta oldu. Göz kuruluğu, burun içi kurumaları gibi şikayetlerim oldukça azaldı. Yalnızca bugün biraz burnum kanadı ama bu olabilecek bir şey. İlaç çok fazla yorgunluk yapıyor, bu yüzden biraz erken yatıyorum. Bu hafta özellikle son iki gündür, dudaklarım aşırı derecede kuruyor. Dudak koruyucuları işe yaramıyor. Artık Bepanthen krem ile kanka oldum. Her yere beraber gidiyoruz. Cildim kurumaya devam ediyor. Yüzümün her yerinde ama özellikle burnum, çenem ve alnımda siyah noktalar belirdi. Hatta bence siyah kara delik onlar. Yüzüme dokunduğumda pütürlü ve bazı yerlerde sarı sarı yağlar görünüyor. Resmen yağ fışkırıyor. Neyse ki uzaktan belli olmuyor. Bu hafta bende iki tane küçücük sivilce çıktı ama sonra kendi kendine söndüler. Bunların dışında ilaçla ilgili bir problem yok ama bugün benim dişim ağrıyor. Yarın için hastaneden randevu aldım, umarım gece problem yaratmaz bana. :(((

 
 
İş yerindeki arkadaşım Z'nin kız kardeşi de bu ilacı kullanmış, onunla konuşma fırsatı buldum. Bir nevi röportaj yaptım diyebiliriz. Ben en çok tedaviden sonraki cildimi merak ediyordum. Onun dediğine göre tedaviden sonra artık cildi yağlı değilmiş ve normal cilt tipine giriyormuş. O halde bütün kil maskelerimi, peelinglerimi, cilt bakım ürünlerimi kardeşime bağışlayacağım. Ne de olsa artık ihtiyacım olmayacak. Onunda benim gibi saçları yağlanmış ama şimdi geçmiş. Zaten benimde geçmeye başladı. Ağrılardan o kadar çabuk kurtulamıyormuşuz  ne yazık ki. Ben spor yaparsak geçebileceğine inanıyorum. Onun en çok şikayet ettiği durum ise ilacın psikolojisini etkilemiş olması. Biraz sinir yapıyor ama ben çok fazla hissetmedim. Umarım bende de o şekilde bir yan etki olmaz.
Buradan okuyup daha önce tedavi görmüş ya da görüyor olanların da kendi maceralarından bir parça paylaşmalarını rica ediyorum. Böylece birbirimize destek olabiliriz. Sorularımıza cevap bulabiliriz. Tüm tedavi görenlere geçmiş olsun, sonunda güzel ciltlerimizle maskesiz çıkabileceğiz dışarı.

18 Mart 2013 Pazartesi

DECO # 5


Bugün pazartesi sendromundan muzdarip olanlar için iki güzel dekoratif objem var. İlki Akçay'dan aldığım kurutulmuş çiçeklerden yapılmış bir obje. Bunu Akçay'ın Zeytinli Beldesi'ndeki bir satıcıdan kayınvalidem ile birlikte seçtik ve o bana hediye etti. Boyası asla solmuyor ve iki ayda bir oda spreyi ile spreylemek yetiyor. Çok canlı duruyorlar. Değişik şekilde olanları da var. Benim duvarlarım asla boş kalmamalı. Böyle şeylerle ya da fotoğraflarla süslerim duvarlarımı. Bu çiçeğin rengi de, sadeliği de tam bana göre. Sizce nasıl?



Bu ferforje mumluk da eşimin en yakın arkadaşı B. ve eşi tarafından hediye edildi. Bana hediye edilen eşyalar arasında en sevdiğim eşyalardan biridir. Bir kere krem rengi, ferforje, sade, kuş şekilleri var. Hepsi bayıldığım özellikler ve ayrıca mumları ile sürprizli. Yalnız ben içine uygun mum bulamadım. Bir kere yuvarlak mumlardan koymak istemiyorum. Sanki biraz daha büyük mum daha hoş durur gibi. Bilemedim yani... Sizce ne yapabilirim?
Bu arada bana hediye gelen her şeyi çok seviyorum ve benim için çok değerliler. Şu zamana kadar bana hediye edilen şeylerden hiç beğenmediğim bir şey olmadı. Ya benim beğeni eşiğim oldukça düşük :D ya da ben çok pozitif yaklaşıyorum. Bir kere biri bana zorunluluk durumları hariç bir şey hediye ettiyse, bu karşı tarafın ne kadar ince olduğunu gösterir. Ve ben onun inceliğine karşılık hediyesini beğenmemezlik edemem. Ayrıca o hediyeyi mutlaka kullanırım ve ona bunu hissettiririm. Çünkü ben kendi hediye ettiğim şeylerin kullanılmasından çok mutlu olurum. Ayrıca hediye vermeyi de çok seviyorum. Neredeyse her hafta anneme ya da kayınvalideme hediyeler alırım. Bunlar küçücük şeyler olabilir. Ben böyle mutlu oluyorum. Ve şuna inanıyorum ki ne kadar verirseniz o kadar alırsınız. Güzel bir gün dilerim...

17 Mart 2013 Pazar

İŞTE NUGİLİ HAYAT!!!

Eğer hayat bir sinema filmi olsaydı, benim sahneler hep bu renk olurdu. Her zaman kahve içer, film izler ve çikolatalı kek yerdim. Aklıma esen her şeyi, aklıma estiği anda yapardım. Kimseyi takmazdım. Hayat bir sinema filmi olamaz biliyorum ama insanlar neden daha rahat değil, inanın onu hiç bilmiyorum. Neden daha dürüst, daha açık olamıyoruz? Bunların hiçbirinin cevabını bilmiyorum ama bildiğim bir şey var. O da; arkadaşlarla beraber vakit geçirmenin değeri. Şu anda yalnızım kahvemi içip, kekimi yiyor ve film izliyorum ama aklımdan dün geceki eğlencemizi çıkaramıyorum. Teşekkürler pembiş peluşum ve eşi tuna balığı :))) Çok güzeldi dün gece.

 Sizlerde merak ettiniz mi? Biz dün akşam liseden arkadaşım pembiş peluş ve eşi tuna balığını misafir ettik evimizde. Yemek yedik, Xbox 360 kinect ile yarıştık ( sormayın her yanım ağrıyor), kek yedik:))), film izledik. Uzun zamandır bir araya gelemeyince her şeyi bir geceye sıkıştırdık.
 
 Ben çok eğlendim. Şimdi de dünün yorgunluğunu latte ve karakız (kekin adı bu, tarifini yayınlarım) ile atmaya çalışıyorum.
 

Herkese bonibon tadında bir pazar diliyorum.:)))))))

BLOGLOVİN

Herkes akın akın geçer de, ben durur muyum? Ben de artık bloglovin'deyim. Artık beni buradan da takip edebilirsiniz. Bilgilerinize duyurulur canlarım... :)))

16 Mart 2013 Cumartesi

BE FIT

İki hafta önce twitter'da Pucca'dan duyup, az önce şuradan izleyerek yapmaya çalıştığım egzersizin adı 'Be Fit'. Ben ilk iki videoyu sorunsuz yaptım ama üçüncü videoda ne yazık ki isyan bayrağını çektim. Bu ne ya!!! Kadın hem gülüyor, hem zıp zıp, hem bacağını karnına doğru çekip sonra geri atıyor sonrada hooop tekrar ayakta. Ne yaptın abla, ben daha öndeki sallantıyı tutmaktan hareketi tam yapamamışım o silikonlu göğüslerle hop hop zıplıyorsun. Yok yok ben platesle, Ebru Şallı ile gayet mutluyum. Yavaş yavaş... Nefes al, nefes ver... Öyle zıp zıp işler bana göre değil.
Şimdi her yanım ağrıyor yaw. Bu arada egzersizi 30 gün boyunca yapmanız lazım fit olmak için. Oldu canım, ben canımı yolda bulmadım.
Akşama ve yarın misafir var. Neyse ki bu korkunç egzersizi yapmadan önce hazırlamıştım yemekleri. Uyumak istiyorum. Herkese benim gibi delilikler yapmayacakları bir cumartesi diliyorum.

15 Mart 2013 Cuma

DÜN VE BUGÜN

 Dün bahsettiğim yarışma Kırıkkale'de olacaktı, bu yüzden bende çiftçime bir jest yapmak istedim ve onu Kırıkkale'de ki 'Mangal Sefası' na götürdüm. Bence Kırıkkale'de gidilebilecek en güzel mekan 'Mangal Sefası'. Köfteleri, piyazı, acı sosu mükemmel. Ayrıca Kırıkkale gibi bir şehirde oldukça nezih bir yer.



 Yarışmada ilk üçe giremedik ama çok eğlendik. Sonrasında arkadaşım ateş ile yine Kırıkkale'de ki 'Simit Sarayı'na gittik. Bence bu mekan o kadar güzel değil ama yine de diğer mekanlardan güzel. Ben kahve içtim, sunumu çok güzel olsa da tadı için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.



 Bugün  Ankara'ya bahar geldi. Bence bahar yavşan otu çıktığı zaman geliyor. Mavi çiçekleri ne kadar güzel değil mi? 


 Bu çiçekler hemen evimin yanındaki sitede bulunuyor. Bahar dallarına bayılıyorum. Yalnız bugün şaka maka uçuyordum. Nasıl rüzgar vardı anlatamam. Mart ayı kendini göstermeye başladı bence..
 
Şimdiden herkese güzel bir hafta sonu diliyorum...:))))

14 Mart 2013 Perşembe

KEFİR YAPALIM MI?

 Kefir'i bilmeyen yok artık. Tüm marketlerde satılıyor, televizyonda reklamları yapılıyor. Hazır aldığınız da mutlaka yararlıdır ama peki evde yapsak nasıl olur? Ben 2 senedir kendi kefirimi kendim yapıyorum. Yapılışı çok kolay ve çok yararlı bir içecek. Ayrıca atalarımızın içeceği, en çok bizim sahiplenip, bizim tüketmemiz gerekli bence. Gelelim nasıl yapıldığına; Öncelikle kefir mayası almanız lazım. Kefir mayası Ankara Üniversitesi Dışkapı kampüsünde satılıyor. Sanırım 24 TL idi. Fiyatı biraz artmış olabilir. Mayayı bir kere alıp uzun süre kullanabilirsiniz. Mayayı oda sıcaklığındaki bir miktar süte ekliyorsunuz, sütün miktarı çok önemli değil. Çünkü yarım litre sütü, 1 litre süte göre daha kısa sürede mayalayacaktır. Yani miktar sadece kefir yapımının süresini etkiler. Bu yüzden ben bazen sadece bir bardaklık kefir yapıyorum. Sütün sıcaklığı da süreyi etkiliyor. Ben bazen soğuk süte ekliyorum mayaları, sadece daha geç elde ediyorum kefirimi. Ama sıcak süt asla dökmüyoruz. Mayaları hakkın rahmetine kavuşturmayalım :DD Kefir mayasını süte ekledikten sonra karanlık ve oda sıcaklığında bir yere koyuyoruz. Ben mutfak dolabına koyuyorum, kabın ağzını tamamen kapatmıyorum. Süre daha önce belirttiğim gibi süt miktarı ve sıcaklığa bağlı olarak değişebilir, fakat ilk başlarda 12  saat sürüyor. Ben yapılış aşamasını fotoğraflamamıştım fakat en önemli kısmı kefir olduktan sonra süzme kısmı. Şimdi onları fotoğraflarla beraber inceleyelim. :)) Ders kitabı gibiyim yahu...
 12 saat süre sonunda sütünüz görüntüdeki gibi olacak. Yani yeni tutmuş yoğurt kıvamı ya da hafif sulu yoğurt da diyebiliriz.
 Burada da yakından görünüşü var. Üzerindeki kabarcıklar mayalar.
 Daha sonra mayalarla kefiri ayırmak için bu karışımı başka bir kaba süzmeniz gerekli. Ben tupperware'dan aldığım kapları kullanıyorum. Çünkü kefir yapımının hiç bir aşamasında metal kullanmamalısınız. Dikkat ederseniz süzgeç plastik, koyduğum kaplar plastik. İsterseniz bez süzgeçten de süzeilirsiniz fakat öyle çok zor oluyor.
 Karışımı süzgece ilk koyduğunuzda sıvı kısmı hemen süzülüyor.
 Geri kalan kısmı için tahta kaşıkla karıştırarak süzülmesini sağlıyorum. Ve süzgeçte sadece mayalar kalıyor.
Bu fotoğrafta da süzülmüş ve soğutulduktan sonra içime hazır kefiri görüyorsunuz.
Süzgeçte yalnızca kefir taneleri (maya) kaldığını söylemiştim. İşte bu fotoğraftaki gibi görünüyorlar. Karnabahar gibi değil mi?
Kefir tanelerini isterseniz hemen süte ekleyip tekrar kefir yapabilirsiniz. Hemen yapmak istemiyorsanız kefir tanelerini kaynamış soğumuş su veya şişe su ile iyice yıkayıp bir cam ya da plastik kaba koymalısınız.
Sonra üzerine kaynamış soğutulmuş su ya da şişe su koyup ağzını kapatıp buzdolabında 15 gün bekletebilirsiniz. Eğer 15 günden fazla süre kefir yapmayacaksanız, kefir tanelerini üzerini kapatacak kadar süte koyup, buzlukta bir yıl kadar saklayabilirsiniz. Daha sonra üretim aşamasına buzluktan çıkmış hali ile katılabilir. Yaptığınız kefiri soğuk için çünkü tadı öyle daha güzel. Herkese kefir yapımını tavsiye ediyorum. Yapın, için dağıtın, başkaları da yapsın... :))
Bugün ''Kadın Çiftçiler Yarışıyor'' yarışması var. Benim çiftçim de yarışıyor. Çiftçime şans dileyin lütfen. :))