Bugün haberleri izleyemedim. İçim almadı. İnsanların üstüne tazyikli su sıkmanın kurşun sıkmaktan ne farkı var Allah aşkına? İnsanların üzerine böcek ilacı sıkar gibi göz yaşartıcı gaz sıkmak nasıl bir insanlıktır? O bombayı insanların üzerine atan polis nasıl bir polistir? Üstelik insanların tek istediği İstanbul'a oksijen sağlamaya çalışan bir kaç ağacı ve tarihi önemi olan parkı kurtarmak. Nasıl bir ülkede yaşar hale geldik? Artık hiç bir şeyi anlayamıyorum. Ama bütün direnişçileri gönülden tebrik ediyor ve buradan destekliyorum. Kimse o parka dokunamayacak yani aslında özgürlüğümüzün bir kısmına!
31 Mayıs 2013 Cuma
İŞ YERİNDEN ENSTANTANELER
Geçtiğimiz gün iş yerindeki çay ocağında oturuyordum. İşçilerin konuşmalarına kulak misafiri oldum. Onlar da o sırada yağlı, ballı bir kahvaltı yapmakla meşgullerdi.
İşçilerden biri ötekine dedi ki: ''Ya ben Aydın'a gitmiştim, orada kahvaltıda sıvıyağı koymuşlar sofraya, içine de ot çöp atmışlar, ekmek banıp yiyorlardı. Yazık la dedim bu Egelilerin de yiyecek birşeyi yok''
Bende diyecektim ki, ''Asıl size yazık, koskoca zeytinyağı kültürünü ayaklar altına aldınız.'' Adamların zeytinyağından haberi yok yahu.
Bir gün de sanırım kıştı. Ben evde ekler yapmıştım ve artanı iş yerine getirmiştim. Yine çay ocağında oturuyorduk. Çıkardım sofraya koydum. Karşımda oturan Blair cadısı kılıklı mühendis arkadaşım burnunu kıvırdı ve şöyle dedi.
''Canım seni anlıyorum, yeni evlisin ve bir şeyler yapmaya çalışmışsın. Ama profiterol böyle olmuyor. Bunlar yuvarlak olacaktı ve sosu daha sıvı olmalıydı.''
Ben de; ''İyi de bu profiterol değil ki, ekler'' dedim.
Bunun üzerine çok bilmiş arkadaşım ''ahahahaha ekler, kekler... Daha neler duyacağız, uydurun bakalım'' derken, müdür çay ocağından içeri girdi ve ''Aaa ekler mi yaptınız hocam, elinize sağlık''dedi ve bir tane alıp gitti. O anda Blair cadısının yüz ifadesini tahmin edersiniz herhalde.
Bu arada benim çalıştığım ilçede bazı kelimeleri farklı kullanıyorlar.
Örneğin;
Çok güzel kız demiyorlar, çok zorlu kızmış diyorlar.
Geçen sene demiyorlar, giden sene diyorlar. Hatta Demet Akalın'ın bir şarkısını buradan kaptığım kelime yüzünden şöyle söylüyordum.''hatırlatayım müsadenle, fazla değil giden sene...'' Kardeşlerim her duyduklarında kopuyorlardı.
Bir de yapmışım diyemiyorlar. Yapmışsım,demişsim, etmişsim...Yeni bir fiil çekimi var işte, siz biliyor muydunuz?
Bir tane çiftçi amca geliyor, adı Cames. Çünkü babasının askerlik arkadaşı İngilizmiş, bunlar nasıl olduysa dost olmuşlar. Savaştan sonra bu James babasını ziyarete geldiğinde bu amca doğuyor. Onlarda ismini James koyuyorlar ama küçük bir kaç değişiklikle Cames oluyor.:DDD Yazıldığı gibi okunuyor ama...:DDD
Bizim buraların acayiplikleri bitmez ama ben öğle yemeği yemeliyim. Hoşçakalın...:)))
30 Mayıs 2013 Perşembe
HADİSE KUAFÖR
Bütün kadınlar için kuaför işleri çok mühimdir ve nedense kuaförlerimizden bir türlü memnun olmayız. Ben bu sefer iyi bir frekans yakaladım ama. Gezdim, dolaştım, saçlarımı türlü yerde yoldurdum ve en sonunda doğru yeri buldum.
Benim için bir kuaförde olması gereken şartlar şunlardır;
- Bana hiç bir şekilde asılmayacak. Öyle ahtapot gibi kollarını uzatıp mıncık mıncık davranmayacak. Adamın ağzının ortasına yapıştırırım çünkü. Hiç gelemem öyle şeylere.
- Laubali olmayacak ama adam gibi de sohbet edecek. Ağzını burnunu kıvırmayacak. Bir çok konuda bilgisi olacak, en önemlisi ise beni dinleyecek. Sonuçta o koltuk da bedava terapi yeri değil mi?
- Saçımı benim istediğim tarzda kesecek ama istediğim absürt bir şeyse de beni bozmadan o modeli bana uyarlayacak.
- Ben saçımı boyatmak istediğimde bana hangi renk istediğimi sormayacak. Bilmem kaç renk karıştıracak, bana en çok yakışacak rengi ortaya koyacak ve bende beğeneceğim.
- Salonda mutlaka yabancı pop çalacak, kafa dağıtacağız.
- Her istediğimde müsait olmasa bile bana vakit ayıracak.
Şimdi söyleyin bakalım çok şey mi istemişim? Sizce ben bu kuaförden bulamaz mıyım? Ha hayt buldum bile.
Kendisinin adı Faruk. Kendisini hep bahsettiğim Sibel Can isimli arkadaşım sayesinde buldum. Bir çok yer denedim ve hep hüsranla karşılaştım. En son saçımı kestirdiğimde beslemeye dönmüştüm. Herkes arkamdan Lamia diye bağırıyordu. Derken Sibel Can dedi ki onun kuaförü Faruk çok güzel saç kesiyormuş. Neyse gittik yanına bana ne istediğimi anlattırdı sonra da düzgünce biraz değişiklik yapması gerektiğini ve kendine güvenmemi söyledi. Ben zaten beslemeye döndüğümden kuzu kuzu bekledim, sonuç gerçekten istediğim modeldi. Sonra biraz uzayınca şekil verdirmek için gittim bu sefer hiç bir müdahalede bulunmadım ve sonuç yine mükemmeldi. Hatta şimdi saçlarımı uzatıyorum. Küt evreye geldiği halde çok rahat şekillendirebiliyorum. Üstelik her seferinde saçıma evde nasıl pratik şekil verebileceğimi de gösteriyor . Bundan iyisi Şam'da kayısı...
İşte Faruk yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz kişi. Kendisi tarzı ile aynı kişiliğe sahip değil. :DD Çok kibar, efendi biri. Bir buçuk ay önce saçımı boyatmıştım. Rengin adını bile bilmiyorum, Türk kahvesi ile bir şeyleri karıştırdı falan. Saçım bir kere bile akmadı. Geçen günlerde de dip boyası yaptırmaya gittim. Sizinle komik bir fotoğrafımı da paylaşıyorum. Ben her boya yapılırken kendimi fotoğraflarım nedense.
Aşağıdaki fotoğrafta saçımın rengini görüyorsunuz. Normalde saçlarımın rengi simsiyah ama yüzüme çok sert bir ifade verdiğinden boyattım. Herkes bu rengin bende çok doğal durduğunu söylüyor. Önemli olan da doğallık zaten.
Bu saç şekli de benim saçımın doğal şekli. Hiç bir zaman düz fön çekmez saçıma çünkü doğal her zaman daha güzel duruyor. Bir de kısa olduğundan manasız. Zaten bende doğal dalgalarımdan memnunum.
Aşağıda da Sibel Can'ımla ben varız. Her zamanki gibi beni yalnız bırakmadı sağ olsun.
Benim gittiğim salonun tek dezavantajı şehir merkezine uzak oluşu. Eşimin ailesi ve Sibel Can Batıkent'te oturuyor. Kuaförün Batıkent'te olması bu bakımdan işime geliyor yani. Salonun adı Hadise kuaför ve güzellik salonu. İşletmecisi Halise Hanım. Ondan da çok memnunum. Kendisi ağda, kaş, lazer vs gibi işlemler yapıyor. Çok güler yüzlü. Salon ayrıca çok ucuz ama boya konusunda fiyatlar normal çünkü kaliteli boya kullanıyorlar.
Kendilerine şuraya tık tık yaparak ulaşabilirsiniz. Memnun kalacaksınız.
29 Mayıs 2013 Çarşamba
ZORETANİN İLE ON ÜÇÜNCÜ HAFTA
Günler cumbur lop bir hızda geçip giderken, Zoretanin tedavimde on üçüncü haftaya geldim. Şu anda cildim çok iyi görünüyor, sanki porselen makyaj yapmış gibi oluyorum bazı günler, bu açıdan çok mutluyum. Sanırım tedavi sonunda fondoten, pudra masrafım olmayacak. :DD Dün olduğu gibi saçma bir olay başıma ilk defa geldi, genellikle çevremdekiler ilaçla ilgili iyi geri bildirimlerde bulunuyor. Arkadaşlarım da bendeki değişimin farkında, herkes güzelleştiğimi söylüyor. Yakında kainat güzelliğimi tescilleyeceğim :DDD
Aşağıda iki tane oradan buradan kırpılmış fotoğraflarım var. Ne yazıkki daha önceki fotoğraflarım çok az. Herhalde her kız gibi bende çirkin fotoğrafları yok ediyorum. İkinci fotoğrafta kendimi saçım boyanırken çekmiştim. O gün cildim aynen fotoğraftaki gibi görünüyordu. Lekesiz, sivilcesiz, pürüzsüz... Kesinlikle fotoğraflarda oynama yok.
Birinci fotoğrafta dikkat ederseniz cildim parlıyor ve kırmızı lekeler var. Hatta kenarda sivilceler de var ama fotoğraf kalitesiz, pek belli değil. Benim zaten kocaman sivilcelerim hiç olmadı, genelde orta boylarda çirkin mahluklardı. Daha çok siyah nokta, aşırı derecede yağlanma, kızarıklık vardı. Hele o kızarıklık beni öldürürdü. Herkes yüzümün kızarıklığını sorardı? Ben eğer sürekli bakım yapmasam sanırım sivilceden geçilmezdi.
Şimdi ise gördüğünüz gibi cildimde hiç parlama yok, kızarıklık yok, burnumun yanları bordo renkte değil. Yüzümde ben çok fakat onlar bile çok görünmüyorlar. Çünkü kızarıklıklarla beraber tahriş olmuş görüntüsü gittiği için daha doğal görünüyorlar.
Gelelim bu haftanın yan etkilerine;
Ellerim düzeldi demiştim ya,ne yazık ki egzamalarım tekrardan hortladı. Ama artık geçeceğini bildiğimden endişelenmiyorum.
Kas ağrılarım var yine. Aşırı sportif faaliyetlerden kaçınıyorum ama pilates yapmaya devam. Pilates yanında yaptığım bazı egzersizleri bıraktım.
Çok susamaya başladım. Günde 3 lt su içiyorum. Biraz ağız kuruluğum var. Bende şeker hastalığı yok ama yarın yine de kontrol ettirmek istiyorum. Dönemsel birşey de olabilir.
Tırnaklarım eski formuna dönmeye başladı. Sürekli kırılıp, soyuluyorlardı. Şu anda iyi durumdalar, oje sürerek tekrar haşat edebilirim onları da...:)))
Dudaklar blistexle çok ferah. Blistex yoksa berbatlar.
Sinirlilik hali hiç yok. Bu ilacın yan etkilerinde intihara eğilim vs yazıyor, ben aksine pamuk gibi oldum. Sanki sinirlerim alındı. Hatta çok mutluyum.:)))
Bol bol süt, yoğurt ve ayran tüketiyorum. Su içiyorum ve güneş kremimi asla ihmal etmiyorum.
Kullanan herkese geçmiş olsun...:)))
P.S: Admin panpa fare hala ölmedi :)))
P.S: Admin panpa fare hala ölmedi :)))
28 Mayıs 2013 Salı
SÖYLE BAKALIM, BUNA NE DİYORSUN?
Bugün Kırıkkale'den eve dönmeden önce servise binmeye beş kala telefonum çaldı, bir baktım eşimin arkadaşı Kazım'ın nişanlısı Sır arıyor. Kendi kendime ''Bu kız beni hiç aramaz ki, ne oldu acep'' derken, telefonu ''Merhaba Sır'' diye yanıtladım. Birkaç saniyelik hoş beş sonrasında Sır hemen konuya girdi. Bu arada kendisi dolmuşta imiş. İki taşın arasında bana söylediklerini aktarıyorum.
Sır: ''Ya Nugi, ben annemin arkadaşı ile görüştüm. O da bu ilaç(Zoretanin)'tan kullanıyormuş. O kadın da aynı senin gibi günde 40 mg kullanıyormuş hemde. Bana sordu ben 20 mg kullandığımı söyledim ama kadın bana bile kullanma dedi. Çünkü kendisi ilacı kullanırken bir şeyi yokmuş. Bıraktığında kadının karaciğeri parçalanmış. Sonra yüzünde kocaman sivilceler çıkmış. İlacı bıraktıktan 4 ay sonra yüzü kabuk kabuk soyulmuş. İlacı bırakalı dokuz ay olmuş yüzü hala soyuluyormuş ve insan içine çıkamıyormuş. Söyle bakalım buna ne diyorsun?'' dedi.
Ben: ''Geçmiş olsun diyorum.'' dedim.
Sonrasında ona böyle bir şey olamayacağını, o kadının abarttığını ya da düzenli kontrollere gitmediğini söyledim. Ama Sır ısrarla karaciğer parçalanmasından bahsetti (ki böyle bir şey mümkün değildir). Ben de '' O zaman kullanma ama ben devam ediyorum çünkü gayet memnunum'' dedim. Bunun üzerine doktoruna danışacağını söyleyip telefonu kapattı.
Ya, bu Kazım benim cildimdeki değişimi gördü, ondan sonra nişanlısına bu ilaçtan aldırdı. Ben kıza dedim ki sen henüz yirmi yaşındasın büyük ihtimalle sivilcelerin geçer. Hem evleniyorsun, çalışmadığına göre hemen çocuk ta yapacaksın. O zaman garanti geçer. Geçmezse kullanırsın dedim ama güzellik takıntılı Kazım kıza zorla ilacı aldırdı. Doktorda en düşük dozda vermiş zaten. Ama kız endişeleniyor. Bir de o kadın demiş ki düğünde makyajın tutmaz. Biraz da ondan korkuyor sanırım. Ama ben ne yapayım sanki Zoretanin'i ben icat ettim. Bana diyor ki ''Bu işe ne diyorsun?''. ''Yahu asıl sen ne diyorsun, ben mi dedim lan ilacı kullan diye'' deyip, bir güzel azarı basacaktım. İçimden Şahika fırladı; ''Ayyyy salon kadını çizgimden çıkartmayın beni'' dedi. Böylece sadece ''Geçmiş olsun diyorum'' gibi ukala bir yanıtla çevirdim.
Ama soruyorum size 'Sizce bu saf köylü kızı beni uyarmaya mı çalışıyor yoksa gıcık etmeye mi? Ben çözemedim.
27 Mayıs 2013 Pazartesi
YELKENLİ KIZ ÇEKİLİŞİ
İzlediğim ve çok beğendiğim bloglardan birisi olan ''Yelkenlikiz.com'' çok güzel bir çekiliş düzenlemiş. Ben katılmasam olmazdı. Ne de olsa kendisi arkadaşım olur. :))
Siz de katılmak isterseniz şartları çok ağır değil, buna tıklayarak çekiliş sayfasına gidebilirsiniz. :))
Siz de katılmak isterseniz şartları çok ağır değil, buna tıklayarak çekiliş sayfasına gidebilirsiniz. :))
26 Mayıs 2013 Pazar
Düğün # 2
Evet düğün macerasında ikinci adıma geçme zamanı geldi. Düğün salonunu tuttunuz, peki şimdi ne olacak? Aslında gelinlik arayışına girilebilir fakat ben önce adet olmuş birkaç şeyi hazırlayıp sonra gelinlik arayışına girmiştim. Bilenler bilir bazı yörelerimizde 'nişan bohçası' geleneği vardır. Bizim ailede de böyle bir gelenek olduğundan bende uymak istedim. Bu geleneğe göre kız ve erkeğin eksikleri tamamlanır, hatta kız ve erkeğin ailelerine de bir şeyler alınır. Mesela gelinin annesine, damadın annesine elbiselik kumaş vs alınırmış. Biz o kadar masrafa gerek duymadık. Bir de bu gelenek yokluk zamanından gelme yani insanların eksiğinin çok olduğu zamanlardan. Benim ailemin de onun ailesinin de bu tür şeylere ihtiyacı olmadığından biz yalnızca kendimizi donattık.
Biz hiç bir işimize aileleri karıştırmadık, bu geleneği de kendimiz hallettik. Geleneğe göre damat ve gelin karşılıklı olarak eksik tamamlayacak. Bu eksikler şöyle;
İç çamaşırı
Pijama takımı
Terlik
Bornoz
Makyaj malzemeleri
Ayakkabı
Takım elbise ya da ne istiyorsa giyim olarak
Mevsimine göre mont, pardösü vs.
Ben bu geleneği sadece iç çamaşırları ve makyaj malzemeleri yönünden seviyorum.:)) Zaten giyecek güzel giysilerimiz var onları almaya gerek duymadım. Bu gelenek makyaj malzemeleri yönünden epey iyi oldu.
Öncelikle iç çamaşırı satan bir mağazaya gittik. Biz Kızılay'da Soysal pasajındaki 'yaprak' isimli çamaşırcıdaydık. Tesadüfen girdik ama bizimle çok ilgilendiler. Altılı takım diye bir şey var. Sabahlık, gecelik, şortlu yazlık pijama ve kışlık pijama. Bunlar hep satenden, kışın giyme imkanınız yok, hatta neredeyse hiç giymiyorsunuz ama adet olduğu üzere alınıyor. Fakat ben her fırsatta giyiyorum. Çocukluğumdan beri böyle şeylere bayıldığımdan. Sonra erkek için de altılı takım var. Biz eşiminkini 'neyir' marka aldık. Kumaş ve penye seçenekli iki adet pijama ve robdöşambr var. Pijamaları kullanıyor ama robdöşambrı hiç giymedi. Halbuki viski bardağı ile güzel bir ikili olurdu.:))) Nuri alço sitili. Altılı takım dışında ben bir adet daha sabahlık ve gecelik takımı ve günlük giyim için penye pijama takımı aldım. Sonra çorap ve iç çamaşırları aldık. Marka olarak 'Pierre Cardin ve Dagi' seçtik. Hepsinden çok memnunum. Hele Dagi'nin erkek iç çamaşırları mükemmel kaliteli.
Bu kısım bittikten sonra makyaj malzemesi kısmına geçtik. İşte en zevkli kısım burası zaten. Biz kozmetik ihtiyaçlarımızı Bahçelievler yedinci caddedeki 'Pino kozmetikten' aldık. Elbette makyaj malzemem vardı ama böyle olunca a'dan z'ye ne eksik varsa gidermiş olduk. Ben Monteil'in cilt bakım ürünlerini ve Coverderm'in cilt bakım ürünlerini aldım. Ayrıca her zamanki parfümüm Channel Chance aldım. Ve gerisi göz kalemi, ruj, rimel, pudra, fondöten, makyaj fırçası seti, takma kirpik... (detayları makyaj malzemelerim olarak yazacağım)
Eşime Coverderm'in cilt bakım ürünlerini, Channel Blue isimli parfümü ve Philips'in tıraş makinesini aldım. Böylece ikimizin ödediği miktar hemen hemen eşit oldu. Yazık çocuğa haksızlık olmasın değil mi?
Sonra bornoz takımlarını Özdilek'ten hallettik.
Toplamda sanırım 7000 TL tuttu. Fakat biz biraz abarttık aslında daha uygun bir şekilde de çıkılabilirdi. Fakat biz halimizden memnunuz.
Sonra bu alınanları erkek kıza, kız da erkeğe göndermek üzere paketliyor ve nişan günü erkek tarafı paketlerini kızın evine getiriyor. Kız tarafı da ertesi gün erkeğin eşyalarını bir tepsi tatlı ile erkeğin evine götürüyor.
Bu eşyaları koymak için bohça satın alabilir ya da bizim yaptığımız gibi bu işler için üretilmiş sandıklardan alabilirsiniz. Bir adet büyük sandık ve bir adet küçük sandık takım halinde satılıyor. Küçük sandığa makyaj malzemeleri konuluyor ben hala o şekilde kullanıyorum. Büyük sandığı da şu anda havlu saklamak için kullanıyorum.
Erkek tarafına da süslü bohçalarla gidiyor eşyalar.
Sonrada konu komşu teyzeler bunları açıp açıp bakıyorlar. Sonra aynen şu muhabbetler oluyor.
"ayyy ne güzel şeyler almışlar, Pierre cardin mi o, kızım sen bu satenleri otele götür, anladın mı?;)), ayy benim nişanımı hatırladım, yavrum aferin size güzel seçim, danteli de pek zarifmiş vs vs..." Teyzeler yeterince heveslerini aldıktan sonra da düğün gününe dek saklıyorsunuz. Sonrada onları seçerken eşinizle yaptığınız espriler kalıyor size. Çünkü en nihayetinde hepsi de çul-çaput. Ama o anlar güzel geçiyor. Yani iyi ki de yapmışız bunları...
25 Mayıs 2013 Cumartesi
BEBEK
Bugün yan komşumun bebeğini görmeye gittik apartmandaki yegane komşularım 'N' abla ve 'miss u' ile birlikte. Yan komşum 1989'lu, ilk okul mezunu, ev hanımı mı çocuk mu belli olmayan biri. Bence anne olmak için çok küçük ve çok cahil. Bir de üstüne bebeği doğumda problem yaşamış. Sezaryen olacak doğumda bebeğin dışkısını yediği anlaşılıyor ve dört dakika soluksuz kalıyor. Bunun üzerine bebek iki ay kuvezde kalıyor. Tedavi ve tetkikler sonucu beyinde kalıcı hasar olduğu söyleniyor. Komşumda dikkat ettiğim ilk şey bebeğini hiç kucağına almaması oldu. Sanki o bebek hatalı üretimdi ve ona göre atılması gerekiyordu. Bir insan ne olursa olsun canından bir parçayı sevmez mi? Bebeği kızdan daha da cahil kayınvalide sakinleştirmeye çalışıyordu o da sürekli '' oğlum bebek ağlayınca kendini odalara kapatıyor, K odaya kaçıp ağlıyor, bu bebek de bana kalıyor, ben de yavrumu böyle sallıyorum'' diyor. Kadın bir yandan bize şikayet ediyor bir yandan da bebeği sallıyor ama nasıl sallamak. Çocuk asıl onun sallaması yüzünden zeka problemli olacak.
Ve bebek çok tatlı ama yavrucağın bir adı bile yok. İsim koymamışlar. Allah'ım sen affet, bunu sorgulamak bana düşmez ama onca aile bir bebek sahibi olmak için çabalarken neden bu kıymet bilmez insanların bebeği oluyor? Benim halamın bedensel ve zihinsel engelli bir çocuğu var. 19 yıldır o çocuğa bir kez bile of demeden baktı halam. Üstelik 10 yıl önce trafik kazası sonucu kör oldu. Çocuğunun ayak parmaklarını öpen bir kadın o. Nasıl seviyor anlatamam.
Bizde kızcağıza elimizden geldiğince akıl verdik. Annemde vardı. Kayınvalideni evden yolla, çocuğunu bol bol kucağına al dedik. Bakalım ne kadarını dinleyecek? :(((
Ve bebek çok tatlı ama yavrucağın bir adı bile yok. İsim koymamışlar. Allah'ım sen affet, bunu sorgulamak bana düşmez ama onca aile bir bebek sahibi olmak için çabalarken neden bu kıymet bilmez insanların bebeği oluyor? Benim halamın bedensel ve zihinsel engelli bir çocuğu var. 19 yıldır o çocuğa bir kez bile of demeden baktı halam. Üstelik 10 yıl önce trafik kazası sonucu kör oldu. Çocuğunun ayak parmaklarını öpen bir kadın o. Nasıl seviyor anlatamam.
Bizde kızcağıza elimizden geldiğince akıl verdik. Annemde vardı. Kayınvalideni evden yolla, çocuğunu bol bol kucağına al dedik. Bakalım ne kadarını dinleyecek? :(((
24 Mayıs 2013 Cuma
BENİM İKİ BABAM VAR!
Şu zamana dek hep inkar ettim. Kayınpederim babam değildi. O eşimin babası, benim için de baba demek zorunda olduğum ve saygı duyduğum bir insandı. Kendisi çok iyi niyetli, düzgün karakterli, sevgi dolu bir insan ama bilenler bilir öyle pat diye kabullenemiyor insan. Benim 26 yıldır bir annem ve bir babam varken, birdenbire nasıl iki yabancı insana anne ve baba diyebilirim ki. Bazı insanlara hayranım hemen kabullenip, anneciğim-babacığım diye geziniyorlar. Ben yapamadım. Saygısızlık da yapmadım. Öyle gerektiği için anne ve baba dedim, istediklerini yaptım, hatta onları sevdim. Ama her zaman eşimin anne-babası oldular. Eşim içinde durum aynı eminim.
Fakat iki gün önce benim için durum değişti. Özellikle dün perçinlendi. İnsan elindekini kaybedene dek değerini anlamazmış ya. Çarşamba günü dördüncü kez kendisine sıkıntı yaratan prostatı için muayeneye giden kayınpederimi acilen ameliyata almışlar. Sonra ameliyatta çok kan kaybettiği için apar topar ameliyatı kesip yoğun bakıma almışlar kendisini. Eşim haberi verdiğinde ben iş yerindeydim. Kalbim sıkıştı, nefes alamadım. Sanki kendi babama bir şey olmuş gibi hissettim. Dün hastanede yatarken gördüğümdeyse canımdan can gidiyordu. Daha sonra eve dönerken düşündüm. Ben kayınpederimi seviyordum ama önceden bu kadar canım yanar mıydı onun canı yandığı için. Sonra anladım; Benim artık iki babam var. Canım kadar çok sevdiğim iki babam. Şimdi babacığım tekrar ameliyat olacak, umarım iyi geçer de bir an önce iyileşir. Çünkü ben acı çekmesine gerçekten dayanamıyorum.
Şu an için hala bir annem var ama umarım kayınvalidemin başına bir şey gelmeden anlarım onu da annem gibi sevdiğimi. Benim için kolay değil.
Peki evli bay ve bayanlar sizin için kolay oldu mu? Yoksa hala resmi bir sevgi mi var aranızda?
22 Mayıs 2013 Çarşamba
ZORETANİN İLE ON İKİNCİ HAFTA
Ay inanmıyorum. Üç ay olmuş zoretanin kullanmaya başlayalı. Demek ki kaldı 3 ay daha. Şu anda ilacın dudaklarımdaki etkisinden başka pek bir şey yok. Pazartesi günü bulaşık yıkadım diye ellerimde egzama çıktı tekrar. Bulaşık eldiveni yerinde asılı durdu ben iki tane bulaşık ne olacak deyip, çıplak elle saldırdım. O yüzden bana iyi oldu. :)))
Dudaklarım felaket ama her seferinde söylüyorum Blistex var. Allah razı olsun Gulchine'im. Senin sayende gayet rahatım. Dudaklarım ve ben sana minnettarız.
Burun içi kuruluğum devamlı var ama bende burun kanaması yok neyse ki :)) Dün eşimin bir arkadaşı aradı. Kendi müstakbel eşi de bendeki düzelmeyi görüp Roaccutane kullanmaya başlamış. Dün onuncu günüymüş ve burnu kanamış. O da beni arayıp sordu. Bende hiç olmadı ama bakın demek ki bazı bünyelerde erkenden böyle yan etkiler de çıkabiliyormuş. Bende bol su içmesini ve doktoruna danışmasını tavsiye ettim.
Ben günlük en az 2 lt su tüketiyorum. Böyle içtikçe kuruma etkisi azalıyor. Daha az rahatsızlık veriyor.
Bu hafta vücudumun soyulduğunu çok iyi gözlemledim. Birdenbire kolum kaşınmaya başlamıştı, ne oluyor bir bakayım dedim ve ne göreyim kolum güneş yanığı olmuş ta soyuluyormuş gibi pul pul. Deri değiştiriyorum işte. Ama ben halimden memnunum. Cildim çok güzelleşti. Bir daha ki hafta fotoğrafta paylaşacağım.
Herkese geçmiş olsun.:)))
CUMARTESİ SÜPRİZİ VE BAHARATLI IZGARA SOMON
Cumartesi günü Samsun'dan dayım ve yengem geldiler. Dayımı en son düğünümde görmüş gibi olmuştum. Çünkü düğüne gelmiş olsa da ben kendimde olmadığımdan pek gördüm denemez :DD Dayımın ismini 'Eyvallah' koydum, çünkü evet yerine eyvallah diyor. Ama çok yakıştırdım. Hoş geliyor kulağa. Yengemin adı da ''Suri'' olsun. Yengem benimle aynı burç olduğundan gözümde yeri başkadır. Burçtaşlar olarak benzeyen özelliklerimiz var bence. Ama ben asla onun kadar matrak olamadım. Yemek yerken de daha sonra sohbet ederken de kırdı geçirdi bizi :)) Fotoğrafta ben, Babişim ve Suri var.
Annem, dayım geliyor diye heyecan yapmış, o yüzden yemek işini biraz abartmıştı. Üstüne babamda marifetlerini sergileyince acayip bir menü çıktı ortaya. Sıkı durun menüyü sayıyorum.
Şıkıldaklı çorba, fellah köftesi, börülce salatası, salata, közlenmiş kırmızı biber salatası, karnıyarık, pirinç pilavı, zeytinyağlı barbunya, baharatlı ızgara somon, ızgara tavuk ve tatlı olarak kavrulmuş kadayıflı muhallebi. :))) Karnıyarık ve somon mükemmeldi. Karnıyarık annemin, somon ise babamın marifeti. Evet, hepsinden bir parça da olsun tattım. Yemeden durabilir miydim? (Şıkıldaklı çorba ve Fellah köftesinin üzerine tıklayarak tariflere gidebilirsiniz)
Annem, dayım geliyor diye heyecan yapmış, o yüzden yemek işini biraz abartmıştı. Üstüne babamda marifetlerini sergileyince acayip bir menü çıktı ortaya. Sıkı durun menüyü sayıyorum.
Şıkıldaklı çorba, fellah köftesi, börülce salatası, salata, közlenmiş kırmızı biber salatası, karnıyarık, pirinç pilavı, zeytinyağlı barbunya, baharatlı ızgara somon, ızgara tavuk ve tatlı olarak kavrulmuş kadayıflı muhallebi. :))) Karnıyarık ve somon mükemmeldi. Karnıyarık annemin, somon ise babamın marifeti. Evet, hepsinden bir parça da olsun tattım. Yemeden durabilir miydim? (Şıkıldaklı çorba ve Fellah köftesinin üzerine tıklayarak tariflere gidebilirsiniz)
Yengem somona bayıldı. Tarifini istedi. Bende bloğumda yazacağımı söyledim. Şimdi Baharatlı ızgara somonun tarifine geçelim.
Baharatlı Izgara Somon
Malzemeler:
4 dilim somon için:
2 çay kaşığı kişniş,
1 çay kaşığı anason,
1 çay kaşığı bal,
1 çay kaşığı tarçın,
1 çay kaşığı zerdeçal,
2 yemek kaşığı hardal,
4 yemek kaşığı zeytinyağı,
2 yemek kaşığı elma sirkesi,
4 adet dövülmüş karanfil,
Tuz, karabiber,
Köri (isteğe bağlı)
Yeşil soğan ve portakal ise yanında garnitürü.
Hazırlanışı:
Garnitür ve somon dışında bütün malzemeyi bir kapta iyice karıştırın ve somonları bu malzemeye bulayarak 1-2 saat buzdolabında bekletin. Böylece somonlarımız marine olacak. Daha sonra elektrikli ızgara ya da kömür yakılan ızgarada pişirin. Biz evde yaptığımız için Era Balıkçı isimli elektrikli ızgarayı kullanıyoruz. Gayet güzel pişiriyor. Sonra da bir balık, bir portakal ve bir taze soğan atıyoruz ağzımıza... Gerisini anlatamayacağım, zira ağzımın suyu aktı.
Afiyet olsun... :))))
PAZAR KLASİĞİ MANGAL VE ADANA KEBAP
Eşim tam bir mangal hastası, bu yüzden kocaman taş bir barbekü satın almıştı ve kurmaları tam üç günlerini almıştı. Bildiğiniz çimento harç kardılar falan. Evimizin bahçeli olmamasına sevinmiştim çünkü eşim her pazar ailesinin evinin arka bahçesinde ızgara yapardı. Belki artık yapmaz dedim. Ne yazık ki hiç birşey değişmedi. Her pazar zorlaya zorlaya ızgara yapıyor. Birinin doğum günü mü var hadi ızgara yapalım, maç mı var hadi ızgara yapalım, aaa nefes mi alıyoruz hadi ızgara yapalım modundayız. Aslında bende ızgara et tüketmeyi seviyorum ama evin arka bahçesinde yapılan ızgarayı sevmiyorum. Bir kere kadın olarak oturman yasak. Masayı kur,köfteyi yap, salata yap,servis yap, çay koy, çay servisi yap...En son da bulaşıklar kalır, evin gelini olarak bana düşer hep de. Ne kötü gelin olmak!!!
Bu sefer eşim yine kıyma ellerinden öper deyince, hemen atladım ''Adana Kebap yapacağım'' diye. Eşim dalga geçti ''Sen ne bilirsin Adana yapmayı diye. Bende ''Bekle ve gör''dedim. Çaktırmadan küçük bir araştırma yaptım ve çok kolay olduğunu gördüm. Riske girmemek için çok beğenilen köftemden de yaptım ki Adana beğenilmezse en azından köfteyle kurtarırım dedim.
Bu arada eşimin yengesi ''közlenmiş patlıcan salatası ve bildiğimiz salatadan yaptı''. Adana kebap ve köfteyi kadın hazırlarsa sofrayı kurmak da erkeklere düşer. Onlar da sofrayı kurdu.
Eşim meşhur soslu tavuğu hazırladı ve mangalı yaktı. Nasıl ama barbekü? Kocaman değil mi?
Bu da meşhur tavuklar. Eşim gerçekten bu işi biliyor. Tarifini vermek isterdim ama vermem kesinlikle yasak. Kendi icadı sosu kimselerle paylaşmıyor. Ben tavuk sevmediğim halde bu tavuğu beğeniyorum.
İşte benim Adana kebaplarım ve köftelerim. Hemen tarifleri geliyor.
Adana Kebap Tarifi
Malzemeler:
Kıyma (yağlı), tuz ve kırmızı pul biber
Yapılışı:
Kişi sayınıza göre yarım, bir ya da iki kilo kıymayı yeterince tuz ile biraz su ekleyerek yoğurun. Acılık arzu ederseniz kırmızı pul biberi de ekleyin ve öyle yoğurun. Çok yoğurup vıcık vıcık yapışkan bir hale getirmeyin. Sadece malzemeyi karıştıracak kadar yoğurun.
Daha sonra bir parça koparıp şişe takın ve işaret ve baş parmağınızla bastırarak harcı şişe yayın. İşte şekli de dediğim hareketle oluyor. Sonra ızgara da pişirin ya da fırında turbo ayarı olmadan 170 derecede 15-20 dakikada pişirin. İkisini de denedim, ikisi de harika oldu. Adana kebabıma bayıldılar. Bundan sonra Adana günleri düzenleyeceğiz. Ben acılı ezme, sumaklı soğan salatası, balon pide falan yapacağım. Yemin ediyorum Karadenizliyim ama damağım Adanalı, bu kesin. :DDD
Ve benim meşhur köftem. İçinde öyle ahım şahım bir malzeme yok aslında ama nedense benim köftem beğenilir ve ızgara günlerinde hep bana yaptırılır. Kayınvalidemin pabucu dama atıldı. :))
Köfte Tarifi
Malzemeler:
Yarım kilo kıyma
Kırmızı pul biber
Tuz
Kekik
Bir adet küçük rendelenmiş neredeyse su gibi olmuş soğan(dişe gelmesin ve mangalda yanmasın diye)
Üç adet iyice dövülmüş sarımsak
Kimyon
Karabiber
Sıvıyağ
Yumurta
Gerekirse çekilmiş ekmek içi
Yapılışı:
Ekmek içi hariç tüm malzemeyi derin bir kapta iyice karıştırın ama yine vıcık vıcık yoğurmayın. Devirerek, malzemeleri daha çok karıştırmak amaçlı yoğurun. Çok yoğurmanız halinde macun gibi olur ve özellikle ızgarada çok sertleşmiş köfteler yersiniz. Dışı kıtır kıtır köftede hiç lezzetli olmaz. Sıvı yağı çok çok az ekleyin, kıyma çok yağlı değilse koyuyorum ben. Baharat miktarlarını da damak tadınıza göre düzenleyin ama kimyon eklerken dikkatli olun, fazlası çok acı bir tat verir. Yiyemezsiniz. Ben genelde çiğken tadına bakarım. Malzemeleri karıştırdınız ve baktınız ki biraz cıvık, o zaman az az ekmek içi ekleyerek yoğurun. Ekmek içi katmayı pek sevmem ben çünkü et tadını alıyor. En son bir kaseye koyduğunuz suya elinizi batırarak harçtan biraz alıp avucunuza koyun ve diğer elinizle pata pata vurarak şekillendirin. Sonra ızgarada pişirin. Izgarada veya fırında köfte pişirirken ateşin çok harlı olmamasına dikkat edin. Yoksa dışı kızarır, içi çiğ kalır, sonrada içi pişsin diye dışı iyice sertleşir. Bunlara dikkat ederseniz mükemmel olacaktır.
Afiyet olsun:))))
20 Mayıs 2013 Pazartesi
PANCAKE TARİFİ
Dün benim için çok önemli bir gündü. Canımdan çok sevdiğim Atamızı anma günüydü ve aynı zamanda Atatürk'ün memleketime ayak bastığı gündü. Bu sebeple onu anmaktan mutluyum fakat eskisi kadar değer verilmemesi içimi acıtıyor. Bizim oturduğumuz caddede yalnızca bizim apartmanda ve caddenin sonundaki binada bayrak asılıydı. Bayrak asmakla olmaz tabii ama bu da önemliydi bence. Neyse gün gelecek bu korkunç ortam son bulacak eminim ben.
Dün eşim bütün gün çalışmayacağını söyleyince sevindim. Böylece kahvaltıda onun sevdiği bir şey hazırlamak istedim. Biz ne zaman ODTÜ'ye kahvaltıya gitsek benim eşim pancake yer. Ben pancake değil de krep i daha çok seviyorum. Ama eşime hazırladığıma göre fedakarlık yapmalıydım. :)) Hem arada tatlı yersem ölmem sanırım.
Hadi bakalım tarife geçelim;
Malzemeler:
2 su bardağı un
3 çorba kaşığı şeker
2 çay kaşığı kabartma tozu
Yarım çay kaşığı tuz
2 yumurta
1,5 su bardağı süt
2 yemek kaşığı oda sıcaklığında tereyağı
Hazırlanışı:
Öncelikle katı olan un, tuz, şeker ve kabartma tozunu bir kasede karıştırın.
Sonra ayrı bir kapta yumurtaları çırpın ve sütü ekleyip tekrar çırpın.
Sonra hazırladığınız iki karışımı birbirine karıştırın ve pürüzsüz olana dek çırpın.
En son karışıma tereyağını ekleyin ve tavayı ocağa koyup altını yakın.
Karışımın kıvamı yukarıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi olmalı. Tarife uyarsanız bir sıkıntı çıkacağını sanmıyorum.
Tava olarak krep tavası kullanırsanız daha başarılı olursunuz. Bu tavayı yağlamaya gerek yok ama ben lezzet katması için sadece ilk sefere mahsus tavanın üstünde çok azıcık tereyağı gezdiriyorum.
Ateş çok harlı olmasın, orta ateşte pişirin. Tavaya bir kepçe pancake karışımı dökün ve yaymayın. Hamur kıvamlı olduğundan zaten çok yayılmayacaktır. Klasik büyüklük için kepçeyi çok doldurmayın. Sonra hamur göz göz olana kadar bekleyin.
Nasıl göz göz olmuş, görüyor musunuz? İşte bu aşamada bir spatula yardımı ile çeviriyoruz. Tava yapıştırmadığından kolayca çevriliyor.
Ve karşınızda pancake :)) diğer yüzü de bir kaç saniye pişirip servis tabağına alın. Her pişirdiğinizi üst üste koyup, pancake kuleleri inşa edin.
En son üzerine bal, reçel veya pekmez döküp yiyebilirsiniz. Ben tatlı sevmesem de bal ve domates reçeli ile birlikte yedim. Eşim çikolata, reçel ve bal ile bir sürü yedi. Eh onun beğenmesi ve yemesi bana yeter.
Afiyet olsun.
18 Mayıs 2013 Cumartesi
PILATES'Lİ GÜNLER BAŞLASIN!!!
İDDİA EDİYORUM... BU YAZ BİTENE KADAR HER GÜN PILATES YAPACAĞIM.
Geçen hafta Cuma gününden beri her gün pilates yapıyorum. Bundan sonra da yaz sonuna kadar yapmaya devam edeceğim. Amacım duruşumu düzeltmek, sırt ağrılarımdan kurtulmak, karın kaslarımı güçlendirmek ve kilo verip şekillenmek.
Şimdilik mat'im yok ama en kısa zamanda temin edeceğim. Battaniye ile zor oluyor. Ayrıca pilates çemberi ve küçük top da almam lazım. Benim iki adet pilates topum ve bir tane lastiğim var. Yeni bir altılı pilates setini alacağım ama bu sefer top ve lastik fazlam olacak. Eee artık o fazla olanları da takipçilerime çekilişle hediye ederim, değil mi?
Akşam işten 18:30'da geliyorum. Çok aç oluyorum ama bir bardak süt, yarım litre su veya biraz balla açlığımı bastırıp, azimle pilates yapıyorum. Sonrasında da mutlaka yukarıda gördüğünüz gibi koca bir tabak salata yiyorum. Ama sadece salata değil yanında ne yemek yaptıysam az porsiyonlarda yiyorum.
Geçtiğimiz hafta ilk haftam olması sebebiyle kendimi her gün vazgeçirmeye çalıştım ama vicdanım bırakmadı. Kendi kendine söz verdin bebeğim dedim. Bırakamazsın. Sonuç olarak yağmurda yağsa, karnım da ağrısa pilates yapmaya devam ettim. Yaz sonuna dek de yapacağım. Sonrasında da bırakmaya niyetim yok ama kısa bir hedef kolay ulaşılabilir olduğundan daha motive edici.
Kaynak olarak pilates kitabından, yabancı videolardan ve Ebru Şallı'dan faydalanıyorum. Gelecek haftalarda pilatesle ilgili bilgiler vermek istiyorum.
Bu hafta karnım gerçekten düzleşmeye başladı. Sırt ağrılarım azaldı. Ve iki yüz gr verdim. Ama her gün tartılmak yararlı değil bundan sonra haftada bir tartılacağım ve sonuçları bildireceğim.
Peki siz iddiaya var mısınız?
17 Mayıs 2013 Cuma
DECO # 9
Daha önce şu yazımda bardak altlıklarından bahsetmiştim, işte bunlarda başkuşlu olanlar. Baykuş ailesi ne de tatlı değil mi?
16 Mayıs 2013 Perşembe
GECE GECE :))
![]() |
(Bu Fotoğrafı Şu siteden aldım.http://okuyankedi.blogspot.com/2012_04_01_archive.html) |
Hani ''Kedi Delirmesi'' diye bir şey vardır ya... İşte ben de bir kedi sayılabilirsem dün gece acayip bir kedi delirmesi yaşadım. Tam film gibiydi.
Ben her sabah altıda kalkıp 1 saat 15 dk'lık yol giden bir insan evladı olduğumdan böyle beyin kızarmaları normal görülmeli. :)) Dün gece bir saat erken yattım yani saat 23:00'de. Sonra alarmın çaldığını duydum, bir telaş zıpladım yataktan. Eşime dedim ki ''Gazete işlevi gören saatin çaldı mı?''. O da gözlerini kocaman açmış bana bakıp ''Ne dediğini anlamadım'' dedi. Bende ''Ya sen ne beceriksizsin, bir saati anlamadın''deyip, banyoya gittim. Sonra dişlerimi fırçaladım. Yatak odasına döndüğümde eşim hala kocaman açılmış gözleriyle bana bakmaktaydı. Onu da ''Ne bakıyorsun ya, yatsana'' diye tekrar azarladım. Sonra üstümü giyinirken, eşim ''Ne yapıyorsun'' dedi. ''Ne yapacağım ya üstümü giyiniyorum, işe gideceğim herhalde''diye tekrar azarladım. O da ''İyi de saat daha 01:30'' demez mi. İnanmadım biliyor musunuz? Duvardaki saate baktım yine inanmadım, sonra telefona baktım ''Vay anasını cidden saat 01:30'muş'' diyerek, histerik bir gülmeye kapıldım. Gülerken bir yandan ağladım. :)) Bu arada ''Gazete işlevi gören saat'' derken eşimin telefonunu kastediyormuşum, rüyamda telefon ikimizin yastığının arasındaymış, ben onun çaldığını duyup kalkıyorum. Sonra sanki telefon oradaymış gibi on saat aradım.:)) Neyse sonra yattım. Nasılsa dört buçuk saat daha uyuyacaktım.
Uyudum. Sonra uyandım ve ''Allahım geç kaldım, vallahi geç kaldım'' diyerek tekrar yataktan fırladım. Ama bu sefer uyanık davranıp saate baktım ve ne göreyim saat 05:00. ''Hayda ne oluyor hacı'' deyip, tekrar yattım. En son gözlerimi tekrar açtığımda saat 05:59'du. Neyse 1 dk sonra telefonun alarmı çalacak deyip, kalktım. Bundan sonra erken yatarsam ne olayım. Bünyem 00:00'da yatıp, 06:00'da kalkmaya alışmış. Düzeni değiştirince böyle oluyor. Hayır en çok eşime acıdım. Hem azar yedi, hem üç kere uykusu bölündü. :DDDD
Bu arada eşim diyor ki, daha öncede böyle olaylarım olduğundan, bir daha ki sefere uyarmayacakmış. Üstümü giyinip saat 01:30'da dışarı çıktığımı düşünsenize. :DD Yok yok kıyamaz bana, inanmıyorum. Kıyar mı?
DÜĞÜN # 1
Düğün sezonu açıldı. Ben Temmuz 2012'de evlenmiş biri olarak buradan evlenenlere yardımcı olmak istiyorum. Evlilik anlaşan ve birbirini seven iki insanın yapabileceği en güzel şey. Evlendiğim için hiç pişman olmadım. Maşallah deyin çünkü bizim cicim aylarımız da hiç geçmedi. Eğer birbirinize saygı duyuyorsanız o kavgalar hiç olmuyor zaten. Ama evlenmek çok meşakkatli bir iş. Gelinliği, damatlığı, eşya seçimi, ev, ailelerin mutlu edilmesi, düğün müziği, pastası vs... çok iş var çok. Hele benim gibi ilk çocuksanız işiniz daha da zor. Benim annem evleneceğim için hem üzüldü hem sevindi. Erken olduğunu düşündü. Resmen eli kolu bağlandı kadının. Eşimin annesi desen apayrı. Kayınvalidem biraz rahatsız o yüzden çok gezip dolaşamıyor fakat yinede çok yardımcı oldu. İşin aslı bütün hazırlıkları eşim ve ben yaptık. Ailelerimizin rızasını alıp evlenmemiz altı ay gibi bir sürede olduğundan iş çok karışıktı.
1.Adım: Düğün Yeri Seçimi
Ben her zaman dümdüz bir gelinlikle çimlerin üzerinde bir kır düğünü hayal etmiştim. Ankara'da yazın yapılacak bir düğün için, düğün yeri seçimi en geç Eylül ayında tamamlanmalı. Sonrasında yer bulmak çok zor oluyor. Bir kere hafta sonları tükeniyor. Hafta içi bir güne düğün yapmak zorunda kalıyorsunuz. Eşim beni babamdan üç kez istemek zorunda kaldı. Ancak üçüncü isteyişinde verdiği zaman Şubat ayının on sekiziydi. Biz benim çabalarımla :)) hemen düğün yeri bakmaya başladık.
Gölbaşında çok güzel mekanlar var. Parası şehir içinde tutacağınız bir yer ile hemen hemen aynı. Fakat bize ve gelecek misafirlere çok uzaktı ve daha önce gittiğim bir düğünde sinekten geçilmiyordu. Gölbaşının sivri sinekleri adamı hastanelik eder. :))
Biz çiftlikte bir yer bulduk. Şehr-i Sima adındaki bu yeri çok beğendim. Fakat bu mekanda da Çiftlikteki köftecilerden gelen koku problemi vardı. Yinede şehir içinde en iyi mekanlardan biri bence.
Odtü'nün Vişnelik tesislerine baktık. Eşim Odtülü ya belki uygun olur dedik fakat baktığımız en pahalı yerdi.
Sonunda döndük dolaştık ve annemlerin evinin karşısındaki Göksu Parkında bulunan Ada Restaurantı tuttuk. Böylece kır düğünü hayalim olmadı ama her yanı açık yeşilliklerle kaplı bir adada çok şık bir salonda oldu düğünüm. Eğer Ada restaurantı merak ediyorsanız şuraya tık tık. Servisi ve gelin damatla ilgilenmeleri açısından mükemmel bir yer. Kendi orkestraları var ama isterseniz siz de temin edebilirsiniz. Son yıllarda moda olan dış mekan fotoğraf çekimi için de ideal bir yer. Tek sorun Eryaman'da olması. Ama benim için çok avantajlıydı.
Eğer Ada Restauranta karar verirseniz sakın yemekli yapmayın düğününüzü. Hem onca masrafa gerek yok hem de ben oranın yemekli düğün versiyonunu gördüm ve hiç beğenmedim. Kokteyl menü yaptırın. İnsanlar yemek yerken oynayamıyor, kimse yemeği beğenmiyor. Zaten en mükemmel düğünde bile insanlar mutlaka bir şeyi beğenmiyor. O yüzden bütçenizi hiç zorlamayın. Ben daha sonra bir kaç düğün fotoğrafı ekleyeceğim ama biraz düzenleme yapmam lazım.
Ben çok memnundum düğünümden. Önceden ''Ne gerek var düğüne ya'' derken, düğün günü keşke düğün hiç bitmese dedim. O kadar çabuk geçti ki doyamadım. Gelinliğimi üzerimden çıkartmak istemedim. O halimi çok sevdim. Eşim de öyle hissediyordu ama erkekliğe ... sürdürmemek için şimdi sorulduğunda ''Aman ne zordu, ne gerek vardı'' der.
Okuyucu eğer evleniyorsan mutlaka ama mutlaka düğün yap. Ama düşük ama yüksek bütçeli, önemli olan o günü eğlenerek kutlamak. Bunu sakın unutma!
Devamı gelecek...
15 Mayıs 2013 Çarşamba
ZORETANİN İLE ON BİRİNCİ HAFTA
Zoretanin maceramın on birinci haftasına geldim. Sanırım en kolay geçen hafta bu haftaydı. Ne sivilce, ne el kuruluğu, ne göz hassasiyeti... Hiç birinden bir rahatsızlığım olmadı. Sadece biraz burun kuruluğu oldu. Onun içinde bir şey kullanmıyorum çünkü o kadar rahatsız etmiyor.
İlaca bağlı olan sırt ve bel ağrılarım bu hafta görülmedi.
Elimde sir ağda yüzünden oluşan yara tamamen geçti. Hem madecassol sayesinde hem de zoretanin sayesinde. Kendi yaptığı yıkımı yine kendi tamir ediyor ilaç. Çünkü ilaç soyulmayı sağladığı için yaranın olduğu kısımda tekrardan hücre yenilenmesi oluyor ve yaralı deri soyularak, alttan taze deri geliyor.
Şu anda cildim bebek cildi gibi maşallah. Tabii bebek cildi gibi hassas ve ince olduğundan daha çok koruyorum. Banyodan sonra mutlaka vücut yağı sürüyorum. Bende komilinin vücut yağı var. Bebe yağı da diyorlar. Banyodan sonra kurulanmadan ıslak cildinize masaj yaparak sürüyorsunuz. Ben ilaçtan öncede kullanırdım. Çok harika bir his.
Dudaklarımda kuruma aynen devam ediyor. Artık alıştım. Sabahları esneme alışkanlığım olmadığına çok seviniyorum. Yoksa ağzımın kenarları yırtılabilirdi. :)) Gerçekten de öyle, ilacı kullananlar buna çok dikkat edin. Blistex sürmediğim zamanlarda gülemiyorum bile. Bugün sabah Vanilya Club Mayıs ayı kutusundan çıkan Ofra markasına ait ruju süreyim dedim. Çünkü rengi ojelerim ve fularımla uyumluydu. Daha önce şu yazımda beğenmediğimden bahsetmiştim. Rengi bana pek uymasa da bugün anladım ki çok kaliteli rujmuş. Bir kere mat bir rujun bu kadar nem tutucu olabileceğini sanmazdım. Dudaklarıma sabah yalnızca ruju sürdüm ve hala kuruluk hissetmiyorum. Dudağınızda öyle bir kalıyor ki birini öpünce geçmiyor. Ayrıca sabah tost yedim kaç bardak çay içtim hala dudaklarımda ruj var. Ben bir ruju ancak yarım saat dudağımda tutabilirim. Çünkü ağzım en fazla yarım saat boş kalabiliyor. :)) Bu markanın aynı serisinin başka bir rengini mutlaka alacağım. Tamam Blistexde çok iyi ama renk de istiyor insan. Arada sırada ruj kullanabilirim böylece. Eğer bu ilacı kullanıyorsanız Ofra'nın lip gloss'unu tavsiye ederim.
Eğer okuyup da merak ettikleriniz olursa yazı başlığına tıklayarak aşağıdaki yorum gönder bölümünden yorumlarınızı gönderebilirsiniz. Hepsini cevaplarım.
Geçmiş olsun...
14 Mayıs 2013 Salı
WATSONS ALIŞVERİŞİ # 2
Dün Ankamall'da gezip te bir şey almamak olmazdı. Hiç alışveriş havamda olmasamda Watsons'a gidince dayanamadım ve bu güzellikleri aldım. Maybelline Dream Fresh BB Cream ve Maybelline The Falsies Volum Express Black Drama aldım. Maybelline'in tüm ürünleri 15 TL idi. Yani 30 TL'lik mini bir alışveriş oldu.
BB kremler çok meşhur biliyorsunuz. Ben de denemek istedim. Yoksa ben yüzüne pudra bile sürmeyen bir insanım. Cildim hep sorunlu olduğundan yüzüme ne sürersem süreyim bir sonraki gün kızarıklık ve sivilce ile karşılaşırdım. Şimdi daha iyi neyse ki! BB kremler hem renkli bir nemlendirici hem de cildinize bakım yapan ürünlerdir. Cildiniz yeterince nemli ise günlük kullanımda cildimizin hoş görünmesi için yalnız başına kullanılabilir. Ben bugün denemek maksadıyla yüzüme sürdüm. SPF 30 olduğu için ayrıca güneş koruyucu sürmedim, zaten burada güneşi görmek mümkün değil, sel oldu. Yolda diz boyu su, nehir gibi akıyor.
Yüzümde güzel bir ışıltı ve görünüm yarattı fakat benim cildim zoretanin yüzünden soyulduğu için artı bir nemlendirici kullanmam iyi olurmuş.
Maybelline BB Cream'in sekiz özelliği varmış. Bunlar;
- Doğal ışıltı kazandırır.
- Cilt tonuna uyum sağlar.
- SPF 30 ile UV ışınlarından korur.
- Gün boyu nemlendirir.
- Cilt kusurlarını kapatır.
- Yağ içermez.
- Gözle görülür pürüzsüzlük sağlar.
- Taze bir görünüm sağlar.
Ben bunların pek azını gözlemleyebildim çünkü cildim çorak topraklar gibi. Bu yüzden nemlendiriciliğinden bir şey anlamadım. Tedavi bitene dek cildime özel günler dışında makyaj yapmayacağım. Hatta tedavi bittikten sonrada. O yüzden kenarda dursun. Denemiş oldum.
Maybelline maskarasını yıllardır kullanıyorum sadece bazen Black Drama olmuyor. Ama hep bu mor renktekini alıyorum. Bir kere bir arkadaşım kullanıyor diye sarı renkli olanını aldım pişman oldum. Sanki rimel sürmemişim gibiydi kirpiklerim. Halbuki o arkadaşımda mükemmel görünüyordu. Aslında maskarada favorim Loreal Lash Architect Midnight Black'tir. Ama artık bulamıyorum. Ne zaman sorsam yok diyorlar. Halbuki Takma kirpik etkisinin babasıdır. Maybelline'in bu ürünü de ona yakın. Benim kirpiklerimi Türkan Şoray yapıyor ya bana yeter. :DD
İşte böyle sevgili okur, öpüldün...:))
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)