29 Ekim 2013 Salı

GELENEKSEL BİR İRAN SOFRASI (MARİFETLİ ARKADAŞIM NEGAR'DAN)

 İranlı arkadaşım Negar'dan daha önce çok defa bahsetmişimdir. Kendisini yüksek lisansımı yaptığım sırada bir derste tanımıştım. Bizimkisi ilk görüşte aşk.:))) Gerçekten de onu ilk gördüğüm andan itibaren seviyorum. Her ne kadar sürekli yan yana olmasak da biz çok iyi iki arkadaşız. Zaten '' fazla muhabbet tez ayrılık getirir'' lafına çok inanan birisiyim. Bu yüzden çok sevdiğim arkadaşlarımla arama mutlaka biraz mesafe koyarım. Canım Negar'ım eşimle beni kurban bayramının arife günü yemeye çağırdı ve bize İran'ın geleneksel ve çok sık tüketilen yemeklerinden yapacağını söyledi. Ben farklı kültürleri tanımayı çok seviyorum. Yani davetine çok sevindik.:)))
 Gördüğünüz gibi kendisi bize muhteşem bir sofra hazırlamış. Geleneksel İran soframızda başlangıç olarak 'arpa çorbası (evet, yanlış okumadınız), ana yemek olarak ise ghormeh sabzi ve safranlı pilav vardı. Yanlarında ise salata ve güllü yoğurt servis edildi.
Yukarıdaki fotoğrafta arpa çorbasını görüyorsunuz. Arpa ülkemizde insan gıdası olarak tüketimi pek tercih edilmeyen bir tahıl. Bildiğim kadarıyla boza ve bira yapımında kullanıyor. Belki benim bilmediğim yöresel kullanımları vardır fakat fazla tercih edilmiyor. Ve keşke tercih edilse diyorum. Tadı gerçekten çok lezzetli ve oldukça besleyici. Çorbanın tadı bana çok çok az boza tadını anımsattı. Ama öyle baskın bir şekilde değil. 
 Ghormeh sabzi yemeğini görüyorsunuz fotoğraflarda. Negar'ın söylediğine göre İran'da evlerde mutlaka her hafta bu yemek yapılırmış. Yemeğin içinde kurutulmuş sebze (maydanoz, kişniş, ıspanak ve tere), et, kuru fasulye ve kurutulmuş limon var. Kurutulmuş sebzeler hazır olarak satılıyormuş. Aşağıda fotoğrafını görebilirsiniz. Çok zengin bir yemek. Tadı ise çok farklı. Bana biraz madımak tadını hatırlattı. Sanırım kurutulmuş sebzeler yüzünden madımak gibi geldi tadı. Biraz da ekşi bir tadı var çünkü içinde kurutulmuş limon var. Arkadaşımın ellerine sağlık çok güzel olmuştu. Bence İran'a yolunuz düşerse mutlaka bu yemeği tadın.

 Ve muhteşem safranlı pilav. Bizde safranlı pilav denince sapsarı bir pilav bekleniyor. Ama İran'da pilavın tamamını boyamıyorlar. Hatta değişik şekilde süslüyorlar. Ve bence bu şekilde safran tadı daha yoğun hissediliyor. İran pirinci bizim pirincimizden farklı. Bizde baldo ya da Türkiye çeşidi olan Osmancık çeşitleri kullanıyor. Onlar ise basmati pirinci kullanıyorlar. Pilavın yapılışı da çok farklı, kendim de pişirdiğim için size ayrıntılarıyla başka bir yazıda tarifini vereceğim. Pilavın altında kızarmış halka dilimli patates oluyor. Aşağıdaki fotoğrafta o patatesleri görüyorsunuz. Gerçekten çok lezzetliydi.

 Ve güllü yoğurt. Aslında bildiğiniz yoğurt ama ben adını güllü yoğurt taktım. Arkadaşım yoğurdu daha hoş göstermek için üzerine kurutulmuş gül yaprakları ve kekik serpmiş. Ben önce ne olduğunu anlamadım sorunca açıkladılar. Bende adını güllü yoğurt koydum. Bayağı da güldük bu yorumuma.:)))

 Yukarıda benim tabağımı görüyorsunuz. Daha sonra bir tabak daha yedim. Her şey çok lezzetliydi.

 Ve arkadaşımın evine ne zaman gitsem orta sehpasında mutlaka zengin bir ikram olur. Bir kere salona girdiğinizde iştahınız açılır. Aşağıda susamlı şekerlerin fotoğrafı var. Bizdekinin değişik bir versiyonu ama tadı aynı.  
Bir kez daha Negar'a ve ailesine güzel davetleri için teşekkür ediyorum. Her şey çok güzel ve çok lezzetliydi. Ama en güzeli sizin gibi dostlarla bir arada olmaktı. Ellerine sağlık canım arkadaşım.:))

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!

Cumhuriyetimizin kuruluşunun 90. Yılını kutladığımız bugün, her şeye ve herkese rağmen ayakta duruşumuzdan mutlu ve gururluyum. Gençler her şey bizim elimizde. Daha aydın ve daha güzel bir Türkiye ve Cumhuriyet için ele ele verip çok çalışmalıyız. Benim gibi düşünen tüm gençleri alınlarından öpüyorum.
Ne Mutlu TÜRKÜM Diyene!

25 Ekim 2013 Cuma

YENİDEN MERHABA :)

Bahattin hayatımın aşkı yazımla çok ilgili olmasa da paylaşayım istedim :))
Ben böyle çok uzaklaşmazdım buralardan ya, oldu işte. Lütfen kusuruma bakmayın. Ne okudum ne yazdım. Kapandıkça kapandım. Ama mutsuzluktan değil. Mutluydum da nedense amaçsızdım ya da amaçsız olmak istedim. Sanırım çok yönlülüğün yan etkisi bu. O kadar çok şeyi bir arada yapmaya çalışıyorum ki; bir an geliyor ve ben hiç bir şey yapamıyorum. Fakat ben böyle arada ortalıklardan yok olursam bu beni dönüşte daha da güçlü kılıyor. Bir an için yoruluyorum sonra eskisinden daha enerjik dönüyorum. ''Derdin ne Nugi? Çok yönlü olmayıver'' diyebilirsiniz. Eh! onu yapmakda elimde değil. Sadece bir işle uğraşamam ben. Hayatımın dinamizmi kaçar. Ölü gibi gezerim ortalıklarda. Annem derslerim kötü gider diye tiyatro klubünden ayırmıştı da beni, sınıf birincisiyken birden sonunculuğa düşmüştüm. Baktı ki bende ters tepiyor tekrar geri yazdırdı klübe. Ama hayat benim için böyle çok güzel. İşe gidiyorum başka bir çevre, okula gidiyorum başka bir çevre, hafta sonu kursa gidiyorum, evde eşim ve hobilerim. Gerçekten bir hobisi olmayan ya da bir hobi düşüncesi olmayan insanlar beni sıkıyor. Asla katlanamıyorum.
Bayramdan önce on gün raporluydum. Sanmayın tatile çıktım. Hastaydım. Üzerine tüm bayram dişim ağrıdı. Bayramda eşimin abisi geldi. Hergün kayınvalidem ve annemlerin evi arasında mekik dokudum. Kardeşlerim geldi. Gördüm gül yüzlerini benimde yüzümde güller açtı. Arife günü canım arkadaşım Negar bize nefis İran yemekleri yaptı, onları yedik. Bayram boyu tatlıya, ete ve çok sevdiğim kelle çorbasına doydum. İnternete girmedim, televizyon izlemedim, ders çalışmadım, iş düşünmedim. Oh ne rahattı. Ama sonra da acayip sıkıldım. İnsan dinamik yaşayınca bir şey yapmamak çok sıkıcı oluyor.
Eski düzenime geri dönüyorum yavaş yavaş. Ah şu spikerlik kursuma da gerektiği özeni gösterebilsem. Sürekli ayna karşısında pratik yapmalıyım ama evde eşim bırakmıyor, dışarda da öyle pratikler olmuyor. İş yerinde çalışsam adım deliye çıkacak, kendi kendine konuşuyor diye. :))
Bu aralar kendime de bakmadım. Saçlarım iyide, kaşlarım tek kaş olma yolunda adım attı. Bıyıklarım Hulusi Kentmen'le yarışmak üzere, neredeyse sakal da bırakacağım. Bir de regl dönemim geldi ki manda gibi dolaşıyorum oratlıklarda. Buna rağmende herkesten bu aralar pek güzelleştin yorumları alıyorum. İnsanlar mı kör yoksa ben bakımsız daha mı güzelim bunu anlayamadım. Size yazacağım bir sürü konu var. Birkaçını sıralayım da merak edin bakalım
1) Negar'ın akşam yemeği daveti, klasik İran sofrası deneyimi
2)Okuduğum kitaplar
3)İzlediğim 3 film ve bir belgesel
4) Era balıkçıda balık maceraları
5) Kurban ödülü kelle çorbası
6) Kurban etini değerlendirebileceğiniz müthiş sürpriz bir lezzet!!!
7)English home ganimetlerim
8) Arkadaşm Ateş'in facebook bağlantısından esinlenme bir yazı (Olabildiğince Komik) :))
9) İran pilavı
10) Kahvaltı sevgim :)
11) Bayram sofralarının lezzeti saray şerbeti
Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Bunları yazarken hayat bana daha neler neler getirir kim bilir. Hepsini paylaşmak için sabırsızlanıyorum. Var mı beni özleyen?

15 Ekim 2013 Salı

8 Ekim 2013 Salı

KİLO VERDİM #2

Ne yaptım bilmiyorum ama evlendikten hemen sonra aldığım 10 kiloyu evliliğin üzerinden bir sene 4 ay geçmesi sonrasında tamamen verdim. Yukarıda gördüğünüz sayıdan bile az şimdi kilom. Şu anda tam elli kiloyum. Aslında evlenmeden önce 48 kiloydum ama şimdi o kiloya dönmeyi düşünmüyorum. Şimdi platesi  düzenli yaparak daha fit olmak istiyorum. Sanırım proje ofisinde çalışırken bir ay boyunca her sabah 2,5 km yürümem sonucunda hızlıca kilo verdim.
Kilo aldığım için hiçbir pantolonum olmuyordu ve bende zayıflayana kadar almamakta inat etmiştim. Geçen gün maviden amber isimli bir kot aldım ve normalde 26 beden kot giymeme rağmen bu 24 beden. Sanırım kalıbı biraz büyük. Yine de çok motive edici:)))))

 Bugün üç pantolon daha aldım. Biri 34 beden, biri bedeni olmadığı için 36 ama aslında 34 bedeni de olurdu. Tekrar kendi bedenimde olmak ne güzel. Ayrıca çok da fit haldeyim. Önceden zayıfken bile pantolonları denerken, yeni kumaş olduğundan belimi sıkardı. Şimdi pantolonu sanki az önce çıkarmışım gibi hissediyorum. Yürümek benim bedenimde gerçekten mucize yaratıyor. Hafta sonları kursa giderken de hep yürüyorum.




Fırsat buldukça yürümeyin, yürümek için fırsat yaratın. Yemekle ilgili hiç bir kesinti de yapmadım bu arada.:)))) 

2 Ekim 2013 Çarşamba

GEMİCİ BÖREĞİ (SOFRA DERGİSİ EKİM SAYISINDAN)

Sofra dergisinin Ekim sayısı dün elime ulaştı. Bende hiç vakit kaybetmedim, dün akşam hemen bir tarif hazırladım. Bundan sonra sofra dergisini bu şekilde inceleyeceğim. Bu ay dergide bol bol kurban bayramına yönelik yemekler var. Balık dosyası da yine güzel tarifler içeriyor. Osmanlı mutfağından dört tarife yer vermişler. Bende dün akşam evdeki malzemelere göre sayfaları çevirirken Osmanlı Mutfağından ''Gemici Böreği'' tarifine rastladım. Bir baktım iki adet yufka gerekiyormuş. Buzdolabında da tam iki adet yufka vardı. Ben bunu yaparım dedim, bismillah sıvadım kollarımı. Sonuç mükemmel. Tarifi aynen aktarıyorum.
 
MALZEMELER: (4 kişilik)
2 adet yufka
4 çorba kaşığı ufalanmış beyaz peynir
4 çorba kaşığı ufalanmış tulum peyniri
4 çorba kaşığı rendelenmiş kaşar peyniri
1 çay bardağı haşlanmış bezelye
6 dal maydanoz
1 adet yumurta, karabiber
Kızartmak için: Zeytinyağı
Servis için: Bal

YAPILIŞI:
Peynirleri bir kaseye alın. Üzerine bezelye, ince kıyılmış maydanoz ve karabiber ekleyip karıştırın.   
Yufkaları düz bir zemine serip ortadan ikiye kesin ve üst üste koyun.  
Aralarına peynirli harç serpip, çok sıkı olmayan bir rulo şeklinde sarın.
Uç kısımlarını çırpılmış yumurta ile yapıştırın ve 2 cm kalınlığında dilimleyin.
Zeytinyağını yapışmaz yüzeyli bir tavaya alıp börekleri önlü arkalı kızartın.

Üzerine bal gezdirerek ya da bal eşliğinde servis yapın.
Tarif yukarıda anlatıldığı gibi fakat ben sadece böreğin şeklini biraz değiştirdim. Normalde yufka katlarının arasına malzeme koyup, iki yufkayı aynı anda büyükçe bir rulo yapmam gerekiyordu. Elimdeki yufkalar normalden küçük ve ince olduğundan ben bir yufkayı yarıya kesip üst üste koydum ve malzemeyi üzerine koyup rulo şeklinde sardım. Sonuçta tadı aynı...:)))

Kesinlikle deneyin, koca işten geldiğinde hemen böreklere saldırdı. Gerçekten lezzetli. Bal ile nasıl olur ki diyebilirsiniz. Balla ya da balsız iki türlü de güzel. Biz çocukken ekmeği önce bala sonra tulum peynirine batırırdık. Burada da aynı tadı alıyorsunuz.
Afiyet olsun...:))))
 

1 Ekim 2013 Salı

GEÇTİĞİMİZ HAFTANIN ÜÇ GÜZEL KİTABI

Geçtiğimiz haftayı üç kitapla kapatmışım. Az oldu aslında ama yolda arkadaşcan Ateş'le konuştuğumuz için çok okuyamıyorum. Bitirdiğim kitaplardan ikisini ona verip zorla  okuttuğum için artık ikimizde kitap okuyoruz. Yani olabildiğince. :))) Ya ne iyi arkadaşım bak.
Jean-Christophe Grange'ın bir çok romanını okudum. Gerçekten kendi alanında güzel roman yazıyor. Ama ben ''Kaiken''i çok da güzel bulmadım. Herkes pek beğenmiş olabilir ama ben biraz eksik buldum ve eski romanlarına göre daha iyi değildi.  Kitabın başında bir seri katille uğraşıp duruyor, sonra dan! diye o adamdan karısının hikayesine geçiyor. Ben geçişi çok akıcı bulmadım. O noktada kitap beni biraz sıktı fakat hikaye tekrardan ilgi çekici oldu. Eşi de ne manyakmış arkadaş. Şeytanın aklına gelmez Grange'in aklına gelen. Filme alınsa iyi olur ama bu adamın o müthiş romanını çok kötü film yapmışlardı. Bilirsiniz, ''Kızıl Nehirler''. Bence kitapla hiç ilgisi yoktu. Okuyun derim ama süper değil bu kitap.
Aynı yıldızın altında, çok hoş bir kitaptı. Ama edebiyatla uzaktan yakından ilgisi yok. :)) Okurken bazı kısımlarını anlamakta zorluk çektim. Konuşma dilinde yazılmış, noktalama işaretleri fazla önemsenmemiş. Onyedi yaşında kanser hastası bir kızın ağzından yazılmış kitap çoğunlukla. Bazı zamanlar annesinin ya da erkek arkadaşının ağzından bölümler de var. Acıklı, ama öyle esprili bir anlatımı var ki, kanser ve ölüm ama hayatında gerçekleri bu diyorsunuz. Yinede hikayedeki karakterlere çok üzüldüm. Ve aslında çevremizde bir çok insan bu hastalığın pençesinde. Allah yardımcıları olsun. Bence bu kitabı kesin okuyun, belki kanser hastaları ile ilgili bir farkındalık oluşur kafanızda. Onlara nasıl davranmamanız gerektiği ile ilgili özellikle.  
Aynı yıldızın altında isimli kitaptan sonra elimi okunmamış kitapların durduğu rafa attığımda bu kitap geldi. Tesadüf bu kitabın adı da ''Milyonlarca gölgenin altında'' idi. Kitap Afganistan'da geçiyor ve çocuk gözünden anlatılmış. Kitaptaki çocuk gözlemlerinin bu kadar iyi irdelenmesine çok şaşırdım. Bazen bana da olur. Çocukken bir çok olayı bambaşka şekillerde anlarız ya. Mesela ben dört yaşındayken Antalya İlini Almanya ile karıştırırdım. Ve Antalya'ya tatile giden tanıdıklar için üzülüyordum. Çünkü bir şekilde Hitler'i de duymuştum ve Almanya'da insanlara kötülük yapılırdı. Böyle bir yere tatile gitmek delilik olsa gerekti.
Bir keresinde de anneme bebeklerin nasıl dünyaya geldiğini sormuştum. Annemde karnını gösterip göbek deliğinin genişleyerek açıldığını, sonra da doktor amcaların bebeği aldığını söylemişlerdi. Ben uzun yıllar, aslında bebeklerin nasıl dünyaya geldiğini öğrenene dek annemin göbek deliğinden korktum. :DD Gerçekten korktum. Şimdi bunları hatırlayıp, benzer tespitleri kitaptaki ana karakter Fuat'tan dinleyince, çok mutlu oldum. Yazarı tebrik ediyorum.
Afganistan'la ilgili hepinizin bildiği ''Khaled Hosseini'' nin ''Bin muhteşem güneş ve Uçurtma avcısı'' isimli kitaplarını okumuştum. Ve o zamana dek Talibanla ilgili hiç bir şey bilmediğimi anladım. Bir de kitap okumak insana ne katar diyenler var ya. İşte onlara bundan dolayı uyuz oluyorum. İşte bir sürü şey katar. Haberlerde duya duya duyarsızlaştığımız olayların kucağına atar kitaplar bizi. O olayı okurken yaşarsınız ve böylece ne olduğunu asla unutmazsınız. Hala zaman zaman Meryem'i, Leyla'yı düşünürüm. Kendimi onlarla kıyaslarım. Afganistan'da yüzlerce Leyla vardır, onları düşünürüm. Bu yüzden kitap okuyun. Bu arada Khaled Hosseini'nin yeni bir kitabı çıkmış, hemen alacağım. Asla kaçmaz.
Geçtiğimiz hafta okuduğum üç kitabıda şiddetle tavsiye ederim ama ''Milyonlarca gölgenin altında'' isimli kitabı rihter ölçeğiyle 10.9 şiddetinde tavsiye ediyorum.
Okuyun, okutun :))))