30 Kasım 2013 Cumartesi

İRAN PİLAVI

Ne zamandır tarifini vermek istiyordum fakat buralarda olmadığımdan bir türlü kısmet olmadı. Ben İran usulü pirinç pilavı yedikten sonra Türk usulü pilav yiyemez oldum. Elbette bizim pilavımız da çok güzeldir ama İran pilavı kainat güzeli. Bir kere neredeyse hiç yağ yok, tuz çok gerekli değil ve zaten pirincin yapısı yüzünden oldukça ince dokulu bir pilav. Pirinç olarak basmati pirinci kullanılıyor. Pişirmesi de Türk pilavından kolay. Bizde pilavın kıvamını tutturmak ustalık gerektirir ama bu pilav da öyle bir dert yok. Ayrıca içinde pirinç dışında cezbedici özelliği olan iki malzeme bulunuyor; patates ve kırmızı altın safran. Şimdi gelelim pilavın malzemelerine ve yapılışına;
Malzemeler:
Basmati pirinci
Safran
Patates
Sıvıyağ
Su
Tuz
Susam
Yapılışı:
Pilavı yapmaya başlamadan önce pirinci sıcak tuzlu suda 15 dakika bekletiyoruz ve sonra nişastası gidene dek iyice yıkıyoruz.
Sonra bir tutam safranı havanda iyice dövüp, toz haline getiriyoruz. Aşağıdaki fotoğrafta safranın dövülmüş halini görüyorsunuz. 
Daha sonra toz haline getirdiğimiz safranın üzerine biraz sıcak su döküp, üzerini kapatıp demlenmeye bırakıyoruz. Bu demi buzdolabında saklayıp bir iki gün içinde yine kullanabilirsiniz.
Sonra yıkanmış pirinci kaynayan suda  5-6 dakika kadar haşlıyoruz. Biraz tuz eklemeyi de unutmuyoruz. Bir yandan da halka şeklinde doğradığımız patatesleri sadece tencere yüzeyini kaplayacak kadar yağda tek taraflı olarak kızartıyoruz. Susamlar da patatesin kızaran tarafında kalacak ama ben koymayı unutmuştum bu yüzden fotoğraflarda yok.
Haşlanan pirinci süzüyoruz ama üzerinden soğuk su geçirmiyoruz. Süzer süzmez, tek tarafı kızarmış olan patateslerin üzerine döküyoruz ve tencerenin kapağını kapatıp, ocağı kısık ateşe alıyoruz. Haşlanan pirinç tam olarak pişmemiş oluyor. Patateslerin üzerinde tamamen buharla pişiyor pirinç. Böylece tane tane oluyor.
 
İran pilavında pilavın tamamı safranla boyanmıyor. Pişmiş pilavdan bir tabak alınıp üzerine demlenmiş safran dökülerek boyanıyor ve bir servis tabağına alınan pilavın üzerine süsleme gibi konuyor. Ben bu pilavı eşimle kendime yaptığım için demlemeye bıraktığım safranı alıp direkt tencere içindeki pilavın bir kısmını boyadım. Pilavın tamamı boyanmayınca safranın aroması daha çok hissediliyor, benden söylemesi.
 
Yukarıdaki fotoğrafta bitmiş halini görüyorsunuz. İşten gelip yapmıştım. O kadar acıkmıştım ki süsleme zahmetine falan girmedim, direkt mideye indirdim. Oh afiyet olsun bana...:)))

29 Kasım 2013 Cuma

CENNETİN ÇOCUKLARI (BACHEHA-YE ASEMAN)

Majid Majidi'nin izlediğim ikinci filmi 1997 yapımı ''Cennetin Çocukları'' filmi oldu. Yönetmenimiz bu filmde obje olarak ayakkabıyı kullanıyor. Hikaye de ayakkabı üzerinden dönüyor. Film 180.000 dolara mal olmuş. Oldukça düşük bütçeli fakat ters orantılı olarak çok kaliteli bir film. Fazlasıyla duygusal. Çocukların ebeveynlerini üzmemek için nasıl fedakarlıklar yaptığını görünce çok duygulanıyorsunuz. Şimdiki çocuklara hiç benzemiyor filmdeki çocuklar.

Tüm fakirliklerine rağmen mutlu olmayı biliyorlar. Ayrıca ailedeki bağlılığı ve sevgi kavramını da çok güzel hissettiriyor bu film. Bundan sonra yazacaklarım için spoiler uyarısı vereyim.:)) Çünkü film hakkında hiç bir bilgi almadan izlemek benim için daha iyi sonrasında olacakları tahmin etmem güçleşiyor böylece. Benim gibi düşünenler varsa yazımın geri kalanını okumasın :))

Filmde Ali ve Zehra isimli iki kardeş var. Ali, Zehra'nın ayakkabısını tamire götürüyor. Film ayakkabı tamircisinin ellerinin görüntüsü ile başlıyor. Yönetmenin emekçiye gösterdiği saygının bir işareti gibi. Ali eve dönerken kardeşinin ayakkabılarını kaybediyor. Babalarının yeni ayakkabı alacak parası olmadığından iki kardeş babalarını üzmemek için sessiz kalıyorlar. Okula kızlar sabahtan, erkekler öğleden sonra gidiyor. Böylece Ali'nin eski spor ayakkabısını dönüşümlü olarak giyip okula gidiyorlar.
Serçelerin şarkısında baba rolünde oynayan oyuncu bu filmde de baba rolünde. Adamım ya...:)) Şu tipsizliğine rağmen adama platonik aşk besliyorum.:)))
Ali okulda koşu yarışına katılıyor. Üçüncülük ödülü spor ayakkabı. Kardeşine üçüncü olmak için söz veriyor ama ne yazık ki birinci oluyor. O sahneye gerçekten çok üzüldüm. Filmin sonunda sürekli okula yetişmek için koşan Ali'nin yarışmadan sonra yaralanmış ayaklarını bahçedeki havuzda dinlendirdiğini görüyoruz.
İzlemeyeniniz varsa, lütfen izlesin. Gerçekten pişman olmayacağınız, her saniyesinden ayrı bir keyif alacağınız, mükemmel bir film.:)))

26 Kasım 2013 Salı

Bunu Blogumda Paylaşabilirim. Hürriyet Benim.

Hürriyet; gündeme dair cesur bir projeyle karşımızda. TBWA\ISTANBUL'un hazırladığı proje kısa zamanda oldukça ses getirdi. Din, dil, ırk, cinsiyet ayırt etmeden bireysel özgürlükleri konu alan projenin amacı Türkiye'nin dört bir yanından insanların hürriyetlerini dile getirmeleri ve seslerini duyurmaları...

Bu proje katılımcıların kendi hürriyetlerini anlatmaları için tasarlandı, katılımcılar videolarını oluştururken ilham versin diye de bir film hazırlandı.

Hürriyet, herkesi kendi hürriyet cümlelerini yazmaya ve hürriyet şarkılarını yaratmaya davet etti. Kullanıcılar içinde kendi fotoğraflarının da olduğu hürriyet filmleri yaratabiliyor ve bu filmleri sosyal medyada dilediğince paylaşabiliyor. Ayrıca seçtikleri mesaj ve fotoğraflarından oluşan bannerı hurriyet.com.tr sayfalarında yayınlanıyor. Kısaca proje tamamıyle interaktif bir proje olarak kurgulandı. www.hurriyetbenim.com üzerinden ilham verici videoyu seyredebilir, kendi video ve bannerınızı yaratabilirsiniz.

"Hürriyet Benim" filmi, daha TV’ye çıkmadan viral olarak sosyal medyada gösterildi ve çok kısa sürede yayılarak; sosyal medyada konuşulmaya ve paylaşılmaya başlandı. Kullanıcıların katkılarıyla yapılan klipleri Twitter'dan #hürriyetbenim hashtag'iyle takip edebilirsiniz.

Ben de kendi videomu oluşturdum ve benim için hürriyetin ne demek olduğunu anlattım. İzlemek için;
 http://hurriyetbenim.hurriyet.com.tr/video.aspx?k=BWFBXG0C5Q3


Bir boomads advertorial içeriğidir.
 

11 Kasım 2013 Pazartesi

SERÇELERİN ŞARKISI, THE SONG OF SPARROWS,(Âvâz-e gonjeshk-hâ)


Uzun zamandır düzenli yazamıyorum. İş yerinde yoğun iki hafta geçirdik. Annem rahatsız olduğu için akşamları da onun yanında geçirdim vaktimi. Bu mazeretler sonucu beni affedersiniz, değil mi? :)
Bugün izlediğim bir filmden bahsetmek istiyorum. Üniversitede film izlemeyi çok severdim. Sınav günlerinde dahi mutlaka bir film izlerdim. Video kiralama dükkanındaki çocukla kanka olmuştuk. Artık filmlerin çoğunu bedavaya alıyordum. Fakat izlediğim filmlerin hepsi de Amerikan filmleriydi. Artık basit Amerikan filmlerini izleyemiyorum. Boşa vakit geçiriyormuşum gibi geliyor. Nasıl sıkılıyorum anlatamam. Bende daha sanatsal, daha gerçekçi filmler arayışına girdim ki böyle filmlerde çok. Önemli olan ilgi alanının o noktada olması. Derken İran kültürü ile ilgilenmeye başladığımdan, İran filmleri nasılmış bakayım dedim. Ve birbirinden güzel filmler izledim. Bunlardan ilki de ''Serçelerin Şarkısı'' adlı film. Filmin yönetmeni Majid Majidi. Bu filmi çok beğendim ve sonra yönetmenin iki filmini daha izledim. Onlardan sonra bahsedeceğim. 
Serçelerin şarkısı İranlı bir aileyi anlatıyor. Baba Kerim (Mohammad Amir Naji) bir deve kuşu çiftliğinde sigortasız çalışan bir işçi. Kızının kulakları iyi duymuyor ve işitme cihazı kullanıyor. Oğlu köydeki diğer çocuklarla birlikte kullanılmayan bir su deposunu temizlemek için pisliklerin içinde uğraşırken, kızın işitme cihazı suya düşüyor. Bunun üzerine Kerim işten çıkıp, su deposuna gidiyor ve işitme cihazını arıyor. Fazla detaylı anlatmayayım. İşitme cihazı bulunuyor ama bozulmuş. Yaptırmak için çok miktarda para gerekiyor. Bu arada bir devekuşu çiftlikten kaçtığı için Kerim işten atılıyor. Kızının işitme cihazı mutlaka tamir edilmeli, yoksa kızı sınavlardan kalacak. Tahran'a tamir ettirmek için giden Kerim, para kazanmanın farklı yollarını buluyor. Ben kısaca böyle anlattım, izlerken heyecanı kaçmasın çünkü.:)))
Gelelim filmde en çok sevdiğim sahnelere. Bir kere film çok sade. Basit bir hayat, sıradan, hiçbir olağanüstü durum yok. Hatta ilginç bir şey de yok. Ama yoksul bir adamın hayat mücadelesi bu kadar etkileyici anlatılamaz. Film çok derin, çok anlamlı. Tek kelimeyle etkileyici. Baba Kerim'e aşık oldum. Adam bildiğiniz çirkin ama o kadar büyük ve temiz bir kalbi var ki...:)) Majid Majidi her filminde işçinin ve emekçinin hayat mücadelesine değiniyor. Ve her filminde bir obje seçiyor, film onun etrafında dönüyor. Bu filmde Kerim her seferinde deve kuşu görüyor. İzleyince anlayacaksınız ne demek istediğimi. 
Yukarıdaki fotoğrafta çocukların balıkları kaza eseri yere düşürmesinin bir anı var. Orada çocukların üzüntüsünü derinden hissettim. Sonrasında baba Kerim Azerice bir şarkı söylüyor. O sahne de çok güzeldi. 
Yukarıdaki fotoğrafta Kerim deve kuşu taklidi yapıyor. Böylece deve kuşunu bulup, işine geri dönebileceğini düşünüyor.:))

Bu sahnede çok anlamlıydı. Aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz sahnede ise oğlanın parası yetmeyince yalnızca babasına meyve suyu alıp, ben zaten sevmiyorum ki dediği sahne. İçim paralandı. Ben böyle durumlara çok üzülürüm. Dışarda bir şeyler alabilmek için hesap yapan ve parası çıkışmayınca boynu bükük marketi terkeden bir çocuk görürsem mutlaka peşinden koşar ve ödemekte ısrar ederim.
Bir de şöyle bir sahne vardı. Tahran'da şans eseri çalışırken hurdaya çıkmış bir anteni gören Kerim anteni eve getiriyor. Aynı zamanda erik de alıyor. Anteni evim damına takmış, karısı aşağıdan erik atıyor. Bu arada Kerim diğer evlerin damlarında ki küçük antenlere bakıp, gururla kabarıyor. İlkel ama bir o kadar bizden bir tepki. Filmde bu bahsettiğim gibi birçok ince detay gizli. Mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum. Majid majidi ile daha detaylı bilgi için aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz. Şimdiden iyi seyirler :))http://www.tersninja.com/emegi-ve-emekciyi-kutsayan-bir-sinemaci-majid-majidi